14 Kasım 2007 Çarşamba

Yoğurtçu Parkı ; Bir aşk hikayesi

On beş sene olmuştu. Okul bitip İstanbul’dan ayrılalı. Okul yıllarında hiçbir maçını kaçırmadığı Fenerbahçe’nin son on beş senedir hiçbir maçını canlı olarak seyredememişti. Ne zaman ki özel televizyonlar maçları vermeye başlamış ancak o zaman televizyonda izleyebilmiş ve on beş sene boyunca bir kere olsun Fenerbahçe maçına gidememişti.. Tezahüratları veya tribün şovlarını hep televizyonda görmüş heyecanlanmış gurur duymuş. O okul yıllarında ki deli dolu günleri aklına gelmişti.

Yıllar sonra ilk defa bir fırsat doğmuştu. İstanbul’daydı ve ertesi gün Fenerbahçe’nin maçı vardı. Hem de ne maç…Türkiye Kupası Finaliydi ve Galatasaray’la oynuyorlardı. İçi içine sığmıyordu. Evet maç Olimpiyat Stadındaydı ama acaba 15 sene önceki yine gençler Fenerbahçe Stadının orada toplanıyor muydu? Hem stad vesilesi ile bir iki bira içerdi. Hem o günlerin hatıralarını tazelerdi.

İlk önce Kurbağalıdere’nin oradan geçti. Aklına o tuttuğu takımın büyüklüğünü anlatan söz geldi. “Kurbağalıdere’ ye Fenerbahçe’nin formasını assalar altına 15.000 kişi toplanır”. Gülümsedi sonra işte ilk taş yediği yer, ilk coplandığı yer 15 sene önce bütün yaşadıkları aklına geldi birer birer.

Gecenin içinde sıcak bir tezahürat çalındı kulağına. “Laciveeert ve Sarııııı Fenerbahçe bu alemin Kralıııı” . Yine oradaydılar evet 15 sene sonrası da hiç değişmemişti. Hemen sesin geldiği yere doğru yürüdü. Yoğurtçu Park’ında 10 -15 üniversiteli genç hem bira içiyorlar hem de tezahürat yapıyorlardı. Kiminin sarı tişörtünün önünde KFY, kiminin grup CK, kiminin fenerlist, kiminin arkasında armalı bir GFB yazısı vardı. Birahaneyi unuttu. Büfeden iki bira aldı. On beş sene önce toplandıkları köprünün arkasındaki duvara oturdu. Onların tezahüratlarını seyretmeye heyecanlarını hissetmeye devam etti. Gençler tezahürata bazen ara veriyorlar. Tartışıyorlardı.

- Lan biz manyağız be!…

- Niye Lan?

- Baksana Galatasaray’ lı bizim jenerasyondan olan yaşıtlarımız kaç şampiyonluk gördüler? Kaç kupa gördüler. UEFA kupasını bile gördüler. Ya biz? Ne gördük.

- Ya harbiden şimdi onlarda bizim gibi sabahlıyorlar mıdır?

- Yok be ya…Şimdi sıcacık yataklarında uyuyordur onlar.

- Bu bizim yaptığımızı nasıl tarif edersin Ağabey!

- Aşk Ağabeyciğim Aşk!...Fenerbahçe Aşkı!...
Kahkahalarla gülüştüler ve yine başladılar. “Avrupa Fatihiymiş Galatasaray”…

Tatlı bir tebessüm yerleşti dudaklarına gülümsedi. Artık iş yarına kalmıştı. 22 yıl sonra kazanılacak bir kupayla gelecek mutluluk…

Ertesi gün stada girerken sarı lacivert formalarıyla piknik yapan gençleri gördü. Yine sarı lacivert formalarıyla stadın çevresinde tezahürat yapanlar vardı…Neredeyse bütün taraftarın üstündeki formalar sıfırdı. Eskiden bu kadar çok formayla maça giden yoktu. Zaten stad önlerinde satılan formalar bir giyimlikti. Alırdın bir kere giydin mi ya rengi solardı ya da yırtılırdı atardın. Oysa şimdi neredeyse bütün taraftar formalarını Fenerium’ dan alıyordu. Gazetede okuduğu kadarıyla sadece 2004-2005 sezonunda 19.000.000 ürün satılmış ve 16 milyon dolar gelir elde edilmişti.

Fenerbahçe’ye ayrılan tribünde yerini aldığında gördü ki 15 yıl sonra da değişen hiçbir şey yoktu. Aynı heyecan ve aynı coşku vardı. Çoğu tezahüratı bilmiyordu. Eskiden olsaydı nay naycı der ayıplarlardı. Şimdi de bu gibilere kolpa diyorlar diye aklından geçirdi. Fenerbahçe tribünlerin müdavimi olmak bir Fenerbahçeli için ayrı bir onurdu. Şimdi kombine kart olayı o kadar gelişmişti ki neredeyse çıkan kombine kartların tamamı tükenmişti. Artık büyük maçlar öncesi stad önlerinde bilet kuyruklarında sabahlamak kalkmıştı

O yıllarda her maçtan önce akşamları ayrı bir beste yapılır. Maç başlamadan önce beste tribüne öğretilmeye çalışılır. Sonra maç başlayınca daha ilk yarı bitmeden taraftarın sesleri kısılır herkes mecburen maçı seyrederdi. Şimdi ise kimse tezahürat yapmıyordu. Herkes stad hopörlerlerinden gelen müziği dinliyordu.

Takımlar sahaya bakmak için çıkarken tribünlerde bir hareketlenme oldu sonra ısınmak için sahaya çıktıklarında… Tam on beş sene önce olduğu gibi başladılar tezahürata…İlk başlarda sadece nay nay yapıyordu. Eskiden gelen tribün alışkanlığının da faydasıyla kıtayı ezberler ezberlemez. Hemen tezahürata katılıyordu.

Maçta Fenerbahçe saldırıyordu. Marco vuruyor kaleciden dönüyordu. Nobre vuruyor direkten dönüyordu. Selçuk vuruyor kaleci kurtarıyordu. Bir kontratakta Galatasaray gol atıverdi. Moraller bozulmuyor Fenerbahçe saldırmaya devam ediyordu. Tuncay kafayı vurduğunda gol diye ayağı kalktı ki top kaleciye çarptı. Yanındakine “Top bugün bizi sevmiyor” dediği an da yine ani bir atakla Fenerbahçe golü yedi. Artık 2-0 dı. Yine de Fenerbahçe saldırıyordu. Alex’in kornerine Luciano’na kafayı öyle bir yere vuruyordu top kaleciyi geçiyor ama bu sefer defans oyuncusu topu çizgiden çıkarıyordu. Böyle bir şans olmaz derken yine bir kontratakta Rüştü’den dönen top Deniz’e çarpıyor gol oluyordu. Güya Fenerbahçe 3-0 mağluptu ama sahada Galatasaray var mıydı? Yok muydu? Belli değildi. Marco vuruyor Tuncay kafasını uzatıyor top yine kalecinin parmaklarına çarpıyordu. Dönen topu bu sefer Alex ortalıyor ve nihayet Luciano kaleye girmek istemeyen topu artık ağlara gönderiyordu. İlk yarı biterken Tuncay bir kafa daha vuruyor o da girmiyordu. İlk yarı 3-1 bitmişti.

Fenerbahçe tribünlerinde bir karamsarlık yoktu. Çünkü sahada bir tek takım vardı Fenerbahçe. Ve o Fenerbahçe geçmişte böyle çok maçı kazanmasını bilmişti. İkinci yarı başladığında Fenerbahçe taraftarı hiç susmadan devam ediyordu. Takımda taraftara uymuş saldırdıkça saldırıyordu. Olmuyordu ya kaleciye çarpıyor, ya da top kendisinin vurulduğu yere değil de fizik kurallarına aykırı yerlere gidiyordu. Onlarca pozisyon kaçıyordu. Artık Galatasaray kupayı alabilmek için vakit geçirmeye çalışıyordu. Galatasaray tribünleri ise 3-1 olmasına rağmen maçın her an değişebileceği tedirginliği içerisindeydi. İşte tam bu sırada yine bir kontratakla 4 ncü gol geliyordu. Galatasaray seyircisi maçın bitimine 20 dakika kala gelen bu golle birlikte ilk defa taraftar gibi tezahürata başlıyordu.

Fenerbahçe tribünlerinde artık maç gitti diye bir umutsuzluk ve kupayı kaybetmenin verdiği hüzün rüzgarları esiyordu. Herkeste bir suskunluk dalgası oldu. Onun durumu daha da kötüydü. On beş sene olmuştu Fenerbahçe’sini seyretmeyeli ve Galatasaray gibi bir takıma bunca senedir görmediği bir şekilde yeniliyordu. Bir an içi daraldı. Burkuldu. Çöktü olduğu yere…Boğazına bir yumruk yerleşti yutkunamadı. Boş gözlerle sağına soluna bakındı. Utandı ağlayamadı.

Sonra biraz ilerde, o dün gece Yoğurtçu Parkında ki gençleri gördü. Bir ikisi üzüntüyle elleriyle yüzlerini kapamışlar. Bir ikisi ise acı dolu ifadelerle gözleri dolu dolu onun gibi boş boş bakıyorlardı. İşte tam o sırada “Aşk bu ağabeyciğim Aşk!... Fenerbahçe Aşkı” diyen genç sağ kolunu kaldırdı ve haykırmaya başladı.

“Fenerbahçeeee Sen Çok Yaşaaaaa, Canım Fedaaaaa Olsun Sanaaaaa…”

Diğerleri de ona katılmaya başladılar. O ateş bir an da dalga dalga yayıldı tribüne… O gencin yüreği kıvılcım olmuş ormanı yakıyordu, yanan orman da onu… Galatasaray seyircisi şaşkınlıkla Fenerbahçe tribünlerini seyrediyordu. Anlamamışlardı. Gerçi onlar bir Fenerbahçelinin Fenerbahçe’yi sevmesinin ne demek olduğunu yüzyıldır anlamamışlardı. Bir yüzyıl daha geçse yine anlamayacaklardı.

Kupaları, meşhurları, rekorları, seyircileri, hikayeleri, medyaları evet her şeyleri olabilirdi ama bir Fenerbahçelinin Fenerbahçe’yi seven o taraftar yüreği yoksa aslında hiçbir şeyleri yoktu.



Ali KUTAY

1 Yorum:

dishy_kanarya dedi ki...

süper bi hikaye bu yaww inan okurken çok duygulandım fenerbahçe aşkı böle bişey işte ben kanaryalar.net ten pelin epeydir göremioz seni sitede girmiomusun artık