Çömeldim,baktım toprağa
Otlara bakıyorum,böceklere bakıyorum
Mavi mavi çiçek açmış dallara bakıyorum
Sen bahar toprağı gibisin sevgilim
Sana bakıyorum
Sırt üstü uzandım görüyorum gökyüzünü
Ağacın dallarını görüyorum
Sen,bahar mevsiminde gökyüzü gibisin sevgilim
Seni görüyorum
Gece kırda ateş yaktım ateşe dokunuyorum
Suya dokunuyorum,kumaşa dokunuyorum
Gümüşe dokunuyorum
Sen yıldızların altında yakılan ateş gibisin sevgilim
Sana dokunuyorum
İnsanların içindeyim seviyorum insanları
Hareketi seviyorum
Düşünceyi seviyorum,kavgamı seviyorum
Sen kavgamın içinde bir insansın sevgilim
Seni seviyorum
7 Şubat 2009 Cumartesi
Seni seviyorum
Kopiket: şiyir
2 Haziran 2008 Pazartesi
Demek ki göçtü usta..
işten çıktım
sokaktayım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sokakta tomson
sokağa çıkmak yasak
sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
havada tüy
havada kuş
havada kuş soluğu kokusu
hava leylâk
ve tomurcuk kokuyor
ne anlar acılardan güzel haziran
ne anlar güzel bahar!
kopuk bir kol sokakta
çırpınıp durur
....
neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
gitme korkusu
ah desem
eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
tutuşacak soluğum
asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi
güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak
ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
n'eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
nerdeyim ben
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
göçen kim dünyamızdan?
asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
söyler hangi güzelliği?
kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
memet!»
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
bu acılar
bu ağrılar
bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?
kim bu korku
kim bu umut
ne adına
kim için?
«uyarına gelirse
tepemde bir de çınar»
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki «manda gönü»
demek ki «şile bezi»
demek ki «yeşil biber»
bir de memet'in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de «saman sarısı»
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz?
yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran '63'ü
bir kırmızı gül dalı
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
Hasan Hüseyin KORKMAZGİL
(kısaltılmıştır)
3 Mayıs 2008 Cumartesi
İstanbul Ağrısı
Kanatları parça parça bu ağustos geceleri
Yıldızlar kaynarken
Şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
Sen
Eğer yine İstanbul'san
Yine kan kopuklu cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
Pançak pançak şiirler tüküreceğim
Demek yine ben
Limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
Kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
Yahudi sokaklarını aydınlatan Telaviv şarkıları
Mavi asfaltlara çökmüş
Diz bağlıyor
Eğer sen yine İstanbul'san
Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
Sirkeci Garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
İntihar dumanları içindeki Haydarpaşa'dan
Anadolu üstlerine bakıp bakıp
Ağlayan
Sen eğer yine İstanbul'san
Aldanmıyorsam
Yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine senin emrindeyim
Utanmasam
Gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
Kendimi yani şu bildiğim Atilla İlhan'i
Zehirleyebilirim
Sonbahar karanlıklari tuttu tutacak
Tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
İmtihan çığlıkları yükseliyor üniversite'den
Tophane İskelesi'nde diesel kamyonları sarhoş
Direksiyonlarının koynuna girmiş biçkin soförler
Uykusuz dalgalanıyor
Ulan İstanbul sen misin
Senin ellerin mi bu eller
Ulan bu gemiler senin gemilerin mi
Minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
Liman liman götüren
Ulan bu mazot tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
Akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
Neden durmaksızın imdat kıvilcımlari fışkırıyor
Antenlerinden
Neden
Peki İstanbul ya ben
Ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
Gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu abbas
Ya benim kahrım
Ya senin ağrın
Ağır kabaralarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
Çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
Burgu burgu içime boşalttığın
O senin ağrın
O senin
Eğer sen yine İstanbul'san
Yanılmıyorsam
Koltuğumun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
Sicilyalı balıkçılara Marsilyalı dok işçilerine
Satır satır okumak istediğim
Sen
Eğer yine İstanbul'san
Eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
Ulan yine sen kazandın İstanbul
Sen kazandın ben yenildim
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine emrindeyim
Ölsem yalnız kalsam cüzdanım kaybolsa
Parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
Hiç bir gün hiçbir postacı kapımı çalmasa
Yanılmıyorsam
Sen eğer yine İstanbul'san
Senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
Gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
Bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
Ulan bunu sen de bilirsin İstanbul
Kaç kere yazdım kimbilir
Kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 Eylül'ünde birader mirc ve ben
Sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık
Sana taptık ulan
Unuttun mu
Sana taptık.
26 Şubat 2008 Salı
savrulup gitmek varmış ayrı yörüngelerde
Gürün’de doğdum
Allah’ın bol
yoksulluğun kol gezdiği,
babanın gurbet,
ananın ağıt düzdüğü
ve öküzün örümcekle çiftleştiği
yerlerin birinde doğdum
der Kavel adlı şiirinde Hasan Hüseyin Korkmazgil
Gürün'de doğan şair'in eşi yani Temmuz'un annesi Azime Korkmazgil Burdurlu'dur
yani iki taraftan da hemşerim sayılabilir(sayılmaz ama sayılsın)
26 Şubat 1984'te yani tam 24 sene önce bugün göçüp gitti usta
gece leylak ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam uy
Şubat'ta ölmek de zor
fazla söze gerek yok şairler şiirleriyle anılır
ve biz de bunu böyle bildik ve öyle andık
Sonbahar Oluyorum
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
Neden akşam oluyorum tren kalkınca
Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
Öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki
Az önceki çiçekler nasıl da diken diken
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
O sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
O elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehçik buzlu rakı
Oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
Kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
Nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Acılara Tutunmak
Kavuşmak özgürlükse
Özgürdük ikimiz de
Elleri çığlık çığlık
Yanyana iki dünya
İkimiz iki dağdan
İki hırçın su gibi
Akıp gelmiştik
Buluşmuştuk bir kavşakta
Unutmuştuk ayrılığı
Yok saymıştık özlemeyi
Şarkımıza dalmıştık
Mutluluk mavi çocuk
Oynardı bahçemizde
Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimiz de
O yuvasız çalıkuşu
Bense kafeste kanarya
O dolaşmış daldan dala
Savurmuş yüreğini
Ben bölmüşüm yüreğimi
Başkaldıran dizelere
Aramakmış oysa sevmek
Özlemekmiş oysa sevmek
Bulup bulup yitirmekmiş
Düşsel bir oyuncağı
Yalanmış hepsi yalan
Yalanmış hepsi yalan
Sevmek diye birşey vardı
Sevmek diye birşey yokmuş
Acı çektim günlerce
Acı çektim susarak
Şu kısacık konutlukta
Deprem kargaşasında
Yaşadım birkaç bin yıl
Acılara tutunarak
Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimiz de
Acılardan arta kalan
İşte bu bakışlarmış
Kuğu diye gözlerimde
Gün batımı bulutlarmış
Yalanmış hepsi yalan
Yalanmış hepsi yalan
Savrulup gitmek varmış
Ayrı yörüngelerde
Ağustos Şiiri
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
Hep böyle havalar besler fırtınaları
Korkarım bu mavi ışık çabuk sönecek
Duymazdım durgun suların bezgin türkülerini
Alışmak ölümün bir başka adıymış bilmezdim
Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
Bir rüzgar kulaklarımdan hiç eksilmiyor
Esirgenmiş bir dünyada müthiş yalnızım
Geri dönsen bile ben artık o ben olmayacağım
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
Ben mısralarımı kerpiç gecelerinden çekmişim
Beş numara lamba kaderi var mısralarımda benim
Deli çizgi gözlerimi kör etmiş, kör etmiş, kör etmiş
Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar dönüyor garipsi
Çığlık çığlığa kuşlar dönüyor evcil ve tedirgin
Gök mavisi bir türkü dolanmış yüreciğime
Selsele yolculuklar tütüyor gözlerimde, neyleyim
İnsan demişim, kitap yüzlü insanlar demişim gidemiyorum
Kaderim kaderleri demişim güzelim
Sen olmasan ben böyle değildim
Böyle uysal ve kırılmış değildi şiirlerim
Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek
Rüzgar gibi ağustos geçti ellerimizden
Meyvalar bizi bal renkli günahlara çağırıyorlar
Bir yanda yaşanmamış günlerin hırsı
Bir yanda boşa geçen gecelerin acısı
Malum o dramın en güzel perdesindeydik
Ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı
Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydik
Her gören didik didik bizi denetliyordu
Biz kendi derdimize düşmüştük
Orda da akşamlar olacak güzelim
Kanlı mendil gibi ağustos akşamları
Şu benim çektiklerimi görmeyeceksin
Belki yanında başkaları olacak
Belki düşlerine bile girmeyeceğim
Gün oldu acıların şiirini yaşadım
Gün oldu zehir gibi yokluğunu yaşadım
Bana sen ne diye duyurdun yalnızlığımı
Ne diye gurbet gibi mısralarıma sindin
Dokunsan parmaklarıma tutuşacağım
Yere batan şehrin tek yalnızıyım
Yüzyılın ağrısını anlayarak çekiyorum
Ekmeğime barut sinmiş bulanık özgürlükler
Tepmişim rahatımı, boynu bükük mutluluğumu
Yaşıyorsam erkekçe yaşıyorum
Düşün ki coğrafyanın en güzel yerindeyiz
En güzel günlerinde gençliğimizin
Ölümden ötesini aklım almıyor
Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum
İstesek cenneti kurtarabiliriz
Ben bir ışık için tepmişim rahatımı
Bu güleç yüzlülerin, bu acı türkülerini
Bu yoksul yerleri anlayarak seviyorum
Delicesine anlayarak güzelim
Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek.
Kelepçemin Karasında Bir Ak Güvercin
Himalayaların tepesine tırmanmak güç
ama mümkün
Okyanusu aşmak da güç
ama mümkün
Ay'a ulaşmak da öyle
Ama mümkün değil işte
Bülbülün eti için öldürüldüğü bir ülkede
sanatı zincire vuranlara
meram anlatmak
Öt kuşum
Öt kuşum
Öt güzel kuşum
Eller ne derse desin
ben sana vurulmuşum.
Haziranda Ölmek Zor
orhan kemal'in güzel anısına
işten çıktım
sokaktayım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sokakta tomson
sokağa çıkmak yasak
sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
havada tüy
havada kuş
havada kuş soluğu kokusu
hava leylâk
ve tomurcuk kokuyor
ne anlar acılardan/güzel haziran
ne anlar güzel bahar!
kopuk bir kol sokakta
çırpınıp durur
çalışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
ıslıkla söylemişim umutlarımı
susarak söylemişim
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcacık bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara
sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
dallarda insan iskeletleri
asacaklar aydemir'i
asacaklar gürcan'ı
belki başkalarını
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
dökülüyor etlerim
sarı yapraklar gibi
asmak neyi kurtarır
sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?
asılmak sorun değil
asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
budur işte asıl sorun!
sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
yağlı ipte sallanan morluğundan!
neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı
işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
gitme korkusu
ah desem
eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
tutuşacak soluğum
asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi
güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak
ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
n'eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
nerdeyim ben
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
göçen kim dünyamızdan?
asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
söyler hangi güzelliği?
kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
memet!»
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
bu acılar
bu ağrılar
bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?
kim bu korku
kim bu umut
ne adına
kim için?
«uyarına gelirse
tepemde bir de çınar»
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki «manda gönü»
demek ki «şile bezi»
demek ki «yeşil biber»
bir de memet'in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de «saman sarısı»
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz?
yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran '63'ü
bir kırmızı gül dalı
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
************************************
gidişin bando davul olmadı elbet
geldin
açmasa olmayacak çiçekler gibi
direndin
zincirini çürüten mahkumlar gibi
bekledin
geldin
hemen gidecek gibi
kaldın
bir sey diyecek gibi
dedin mi demedin mi
zincirde yatanlardan
yatacaklardan belli
belki de en güzeli
en yigitçesi
denize dalar gibi dalmak kavgaya
anılarda yaşamak
2 Şubat 2008 Cumartesi
istanbul'u sevmek seni sevmektir
yaşamak bu şehirde sen varsın diye
istanbul'u sevmek seni sevmektir.
bu şehir istanbul'muydu?
öyleyse sensiz yaşanmazdı bu şehirde
gemiler demir almazdı
trenler işlemezdi
sen olmasaydın
bir ömür bitip
yepyeni bir ömür başlamazdı içimde
bahar gelmezdi
ağaçlar çiçek açmazdı
seni bulmasaydım
ve ben yoktum
istanbul yoktu
sen olmasaydın...
Kopiket: Love is DarkBlue, Sarı Laci, şiyir
22 Ocak 2008 Salı
Cenaze törenlerinde, sessiz,sitemsiz..
Çözülen bir yün yumağı
Akıp giden günlerimiz.
Mezar taşlarından suskun
Sessiz, sitemsiz.
Savrulan yapraklar gibi
Akıp giden günlerimiz.
Cenaze törenlerinde
Sessiz, sitemsiz.
Bir suçluyu aklar gibi
Akıp giden günlerimiz.
Sanki bir sır saklar gibi
Sessiz, sitemsiz.
Doğmayan şafaklar gibi
Akıp giden günlerimiz.
Haksız ittifaklar gibi
Sessiz, sitemsiz.
Bir kitaba başlar gibi,
Koşarken yavaşlar gibi,
Ölen arkadaşlar gibi,
Sessiz, sitemsiz.
Kopiket: ah bu şarkıların gözü kör olsun, ayaktopu, şiyir
23 Aralık 2007 Pazar
KUBİLAY DESTANI
23 Aralık 1930'dur
Gece yeşilimsi,
Dağlar ak
Bir altın çizgi gibi yerle gök
Gün doğdu doğacak
Don yoktur ama donmuştur sanki
Sarı yapraklarla kış kocaman bir yüz
Tarla çizgileri ile bir kilim işte
Menemen ovası dümdüz
Yalancı Mehdi Derviş Mehmet
Yürümüş Manisa'dan bir sarı su gibi
Beş on adamıyla Menemen'e varmak üzere
Yılan uykusu gibi
Düştü Kubilay'ın başsız gövdesi
Bir çınar dalı gibi yere
Sarktı yakasından anasından gelmiş
Mavi çiçek mor çiçek bir çevre
Düştü Kubilay'ın başsız gövdesi
Bir söğüt dalı gibi yere
Aydınlık aydınlığa yaklaşır iken
Sonsuzluğa ere ere
Düştü Kubilay'ın başsız gövdesi
Bir zeytin dalı gibi yere
Düştü cebinden bir kitap,
Açıldı göklere…
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Kubilay ve iki bekçinin anısına
20 Aralık 2007 Perşembe
Savaş Dinçel'in anısına
bazılarına inat Savaş Dinçel'i Nazım'ın dizeleriyle analım
Memleketimden İnsan Manzaralarından bir sahne
insan olmayanlar Sekalık yaparlar Nazımı işte,haklılar yani
http://www.youtube.com/watch?v=6I965rfkSiw
Vagonlar geliyorlar sallanarak.
'-Usta! ..'
Alaeddin döndü kömürcü İsmail’e
'-Ne var İsmail? '
'-Usta ne olacak bu harbin sonu? '
'-İyi olacak.'
'-Nasıl yani? '
'-Yemekli vagonda rakı içeceğiz.'
'-Biz mi? '
'-Biz.'
'-Kömürü kim atacak?
Kim sürecek makineyi? '
'-Onu da biz.'
'-Alayı bırak usta,
Kim Kazanacak? '
'-Biz.'
İsmail hiçbir şey anlamadıysa da
üstelemedi.
Çok siyah ve çok kalın kaşlarıyla oynadı biraz
sonra: '-Ustam' dedi,
'Bir sualim daha var.
Şu gördüğün raylar
dolanır mı bütün dünya yüzünü? '
'-Dolanır.'
'-Demek ki harp olmasa,
ama yalnız harp değil,
hudutlarda sorgu sual sorulmasa,
rayların üzerine saldık mi makineyi
dünyanın bir ucundan öbür ucuna varır.'
'-Deniz dedi mi durur.'
'-Gemilere binersin.'
'-Tayyare daha iyi.'
İsmail güldü.
Kırıktı ön dişlerinden biri.
'-Ben tayyareye binemem usta,
anamın vasiyeti var.'
'-Tayyareye binme, diye mi? '
'-Hayır
karıncayı bile incitme, diye.'
Alaeddin kocaman elini vurdu
çıplak uzun ensesine İsmail’in:
'-Sen ne hafız oğlusun!
Zararı yok ulan,
yine de bineriz tayyareye,
adam öldürmek için değil
gökyüzünde püfür püfür
safa sürmek için...
Simdi sen hele
ateşi bir süngüle.'
23 Kasım 2007 Cuma
Bugün grev günüdür dostlar, elele türkülerle coşalım
Cumhuriyet Tarihinin en büyük grevlerinden biri 26bin işçiyle devam ediyor
varsın internetim bir yıl olmasın
Telekom İşçisi kazansın yeter ki
erik çiçek açmış da bahçenin kıyısında
sen ona hiç bakmadan geçmişsen oracıktan
leylek dansa durmuş da bacanın tepesinde
o baharlım laklakını durup dinlememişsen
şakır şakır bir tren bir gece köprüsünden
islıkla dalmamışsan gurbet türkülerine
akasya mor akasya ak akasya sarı sarı sarkmış da bahar mavilerinden
yaşamak ne güzel şey diye ağlamamışsan
çocuklar birdirbir oynuyorlar da çöplük arsada
dikilip yanıbaşlarına göğüs geçirmemişsen
yanından geçip gitmiş de çilekçinin arabası
kaçtan veriyorsun hemşerim diye yutkunmamışsan
iskelenin tepesinden türkü döken gurbetçi gence
varolasın koçum benim diye el sallamamışsan
bahar dalı gömleğiyle utangaç bir uçurtma
bu ne şıklık delikanlım diye laf atmamışsan
ve çapkınca bakmamışsan
göğsü domur domur yeniyetmeye
sesi bambam
sesi ramazan topu
kendini herkül sanan delikanlıyı
yaştaşınmışcasına süzüp selamlamamışsan
öpmemişsen gözlerine bakıp duran bir gözleri şenlikliyi
yaşama itmemişsen iter gibi denize
girmemişsen koluna bir yıkılmışın
yalanla da olsa avutmamışsan umutsuzu
su diyene bir avuç su
bir yaralı parmağa işememişsen
kolay gelsin dememişsen taş kıranlara
günaydınsız bırakmışsan bahçe bezeyenleri
eğilip koklamamışsan çitten gülen çiçeği
bayram bayram donanmamışsan
sevinciyle dostlarının
acısını dostlarının
yüreğinde duymamışsan
kapı kapı dolaşmamışsan iş dilenerek
işsizliğe düşmemişsen hakkım dedikçe
ve bayraklı pankartlı yürüyüşlere
halaylı horonlu grev şenliklerine
katılmayı aşk gibi duymamışsan şuranda
ağrın ağrım
acın acım
dememişsen insan kardeşlerine
ve dilinin en görkemli
ve dilinin bando-davul sövgülerini
sıralayıp sallamamışsan deyyuslar saltanatına
hangi yaşta olursan ol
kardeşim
kaptırıp gönlünü sevda fırtınasına
evin yolunu şaşırmamışsan
sende iş yok be kardeşim
sen artık hapı yutmuşsun
borçlusun sen ağaçlara kuşlara
borçlusun sen trenlere otobüslere
yağan kara esen yele borçlusun
borçlusun sen herşeye
gözdeki ışıltıya
alındaki çizgiye
eldeki şaşkınlığa
borçlusun herşeye
kardeşim
yaşamın kendisine
Hasan Hüseyin Korkmazgil
2 Kasım 2007 Cuma
SEVİYORDUM SİZİ
Seviyordum sizi ve bu aşk belki
İçimde sönmedi bütünüyle.
Fakat üzmesin sizi artık bu sevgi
İstemem üzülmenizi hiçbir şeyle.
Sessizce, umutsuzca seviyordum sizi.
Bazen çekingenlik, bazen kıskançlıkla üzgün.
Bu öyle içten, öyle candan bir sevgiydi ki
Dilerim bir başkasınca da böyle sevilin.
25 Ekim 2007 Perşembe
Yiyin efendiler yiyin
HAN-I YAĞMA
Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!
Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtiıamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak...
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Tevfik FİKRET
Eğer şiirin dilini anlamakta güçlük
çekiyorsanız lütfen aşağıdaki düzenlemesini okuyun ...
HAN-I YAĞMA
İşte bu sofra efendiler
Bu sofra kan ağlayan
Can çekişen halkımızın sofrası
Nesi var nesi yoksa hepsi bu
Bekler sizi bu sofra efendiler
Nasılda durur nasılda titrer karşınızda
Aman canım utanacak ne var efendiler
Yiyin yutun hapur hupur şapur şupur
Yiyin efendiler yiyin
Bu iştah açan sofra sizin
Vallahi yiyin doyuncaya kadar yiyin
Patlayıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin
Bütün bu nazlı beylerindir ne varsa ortalıkta
Hasef nesef şeref şatafat oyun düğün konak saray
Hepsi sizihn efendiler konak saray gelin alay
Hepsi sizin hepsi hazır hepsi kolay
Yiyin efendiler yiyin bu hanı iştiha sizin
Duyuncaya tıksırıncaya çatlayıncaya kadar yiyin
Nasılsa bu fukara halk verir nesi var nesi yoksa
Verir malını canını ümidini tüm güzelliğini
Servetini istikbalini sağlığını rahatını
İçinde kaynayan mahşeri
Verir bu memleket verir hiç tasalanmayın
Hiç düşünmeyin harammıdır yoksa helal mi
Yiyin efendiler yiyin ama biraz çabuk yiyin
Bu harmanın gelir sonu kapıştırın giderayak
Yarın bi bakarsınız sönmüş bu gün çıtırdayan ocak
Bu gün mideniz hazırken bu gün çorbalar sıcak
Atıştırın tıkıştırın kapış kapış kucak kucak
Götürün efendiler götürün bu yağma sizin
Bu ihanet sizin bu hıyanet sizin
Gün sizin efendiler şölenler törenler sizin
Gelin görün ki ne yapsanız ne etseniz de
Çare yok efendiler siz de gelip geçersiniz
Gelmiş ve geçmiş efendileriniz gibi
Çün bu memleket bizim efendiler bizim
Söylemek zorunda kaldığım için özür dilerim
Siz yine de yiyin efendiler yiyin
Bu iştah açan sofra sizin yiyin yiyin
Düzenleyen : İbrahim SADRİ
Alıntı: DeviantArt - B4Ds3ctoR
19 Ekim 2007 Cuma
Cehennem Köpekleri
azdılar yine; sıçrayıp ısırıyorlar,geri çekiliyorlar,etrafımda dolanıp sonra yine saldırıyorlar. oysa ben kurtulduğumu sanıyordum onlardan,beni unuttuklarını; ama şimdi daha da çoklar. ve ben daha yaşlıyım şimdi ama köpeklerin yaşı yok ve herzamanki gibi etinizi ısırmakla yetinmiyor beyninizi ve ruhunuzu da ısırıyorlar bu odada etrafımda dönüyorlar şimdi. harikulade değiller; cehenem köpekleri bunlar ve sizi de bulacaklar şimdi onlardan biri olsanız da. |
Charles Bukowski |
13 Ekim 2007 Cumartesi
Zafere Dair
Korkunç ellerinle bastırıp yaranı
......................dudaklarını kanatarak
......................dayanılmakta ağrıya.
Şimdi çıplak ve merhametsiz
......................bir çığlık oldu ümid...
Ve zafer
.........artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
.....................tırnakla sökülüp koparılacaktır...
Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düşman haşin
................zalim
....................ve kurnaz.
Ölüyor çarpışarak insanlarımız
— halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayı —
ölüyor insanlarımız
.....................— ne kadar çok —
sanki şarkılar ve bayraklarla
.......................bir bayram günü nümayişe çıktılar
..................................öyle genç
.........................................ve fütursuz...
Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
........................yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı :
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
..............................gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
..............................biz unuttuk bağışlamayı...
Varılacak yere
...........kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
.........artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
...............................tırnakla sökülüp
........................................koparılacaktır...
stop Racism
Sevgili beyaz adam,
Doğarım, siyahım
Büyürüm, siyahım
Güneşlenirim, siyahım
Üşürüm, siyahım
Korkarım, siyahım
Hastalanırım, siyahım
Ve ölürüm, hâlâ siyahım.
Ve sen, beyaz adam,
Doğarsın, pembesin
Büyürsün, beyazsın
Güneşlenirsin, kızarırsın,
Korkarsın, sararırsın,
Hastalanırsın, yeşilsin,
Ve ölürsün, grisin.
Ve hâlâ utanmadan
bana renkli dersin...