28 Kasım 2007 Çarşamba

daha gün o gün değil, derlenip dürülmesin bayraklar



Korkunç ellerinle bastırıp yaranı

......................dudaklarını kanatarak
......................dayanılmakta ağrıya.
Şimdi çıplak ve merhametsiz
......................bir çığlık oldu ümid...
Ve zafer
.........artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
.....................tırnakla sökülüp koparılacaktır...

San Siro stadında İtalya Şampiyonu İntere 3-0 yenilen şanlı kanaryamız tur zaferini ya da zafer turunu mabede bıraktı
karşımızdaki takım son iki senenin İtalya Şampiyonuydu ve bu senenin de lideri
böyle bir takımla deplasmanda oynayınca mağlubiyet sürpriz görülmemeli aslında
lakin bizi üzen futbolumuz
bu senenin -ki buna lig de dahil- en kötü futbolunu oynadık
son yarım saat bu kadar berbat bu kadar ruhsuz bir Fener göreceğimi beklemiyordum
maça oysaki iyi başlamıştık
gole kadar herşey dengeliydi
mesela ilk 25 dakika bizim 5 şutumuz varkenm İnter ilk şutunu 30da atıyordu
İnterin maça niye bu kadar savunma oyuncusuyla çıktığını anlıyorduk
biz oynuyorduk
ikinci yarı ise Alexin kaçırdığı gol kırılma anı oldu
güzelcene önüne aldı ordan kaleye vurulurdu
ama gol olmayınca acaba Semihe verse miydi diye düşünmedik değil
ama vurulurdu ordan ,herkes vururdu
ve bu top bizim kalemize gol oldu
anlamıyorum adamlar auttan başladılar,yani kaptırılan bir top da değildi bu
maçın Fener adına en çok koşan adamı Deivid
ama eski maçlara nazaran Aurellio veya Denizden biri Gökhana yardıma gidemeyince çocuk yalnız kaldı
ve üç gol de onun kanattan geldi
ama bence Fenerin eniyisi yine de Gökhandı
goller çok acemiceydi
ilk gol atamadığımız bir golün ardından geldi
ikinci golde Semih sakat 10 kişiyiz adamlar topu taca atmışlar centilmenlik olsun diye
Lugano topu İnterlilere iade ediyor ve hemen golü yiyoruz
daha akıllı iade edilebilirdi diye düşünüyor insan
ve 3. gol savunmadan çıkarken Selçuk'un kaptırdığı bir top ve gol
tıpkı geçmiş senelerdeki Fener gibi oluverdik
acemice goller,çabucak oyundan kopmalar,isteksizlik vs.

herkes Selçuk'u eleştirmiş
haklıdırlar da
Selçuk çok kötüydü
ama sadece Selçuk mu
gerçi bizim huyumuzdur yenilgi sonrası birini buluruz asarız hoop Fener kurtulur
genele bakmak gerek
maç boyunca Deivid Vederson ne kadar vardı
ve tabi Selçuk da
bu üçü berbatken Zico Aurellioyu neden aldı bilemiyorum
yorgunluk diye iyimser bir tahmin yapacağım sadece
yerine giren Appi de gezinince ilk maçta Denizin karşısında topu yiyen Cambiasso ve diğer orta sahalar aldığı topla tehlike yarattılar
savunmaya kimse kabahat bulmasın elinden geleni yaptılar
orta sahamız iyi olmayınca ne hücum ne savunma oluyor
her aldığımız topu ileri doldurarak hem Alexle Semihi pasifize ettik hem de rakibin galibiyetine zemin hazırladık
Deniz varken garibim her topu almaya gelirdi
zaten bu yüzden küfür yerdi ya
şimdi top almaya gelen de olmayınca her top şişirildi
Denizi bu maç her türlü şekilde aradık bunu inkar edemeyiz

60. dakikada Aurellio da çıkınca oyundan koptuk ve 5. maçımızda ilk mağlubiyetimizi aldık
bu maç bir ölçü olamaz
şimdi herşey Kadıköye kaldı
CSKA ve PSVye bakınca bu gruptan kesinlikle çıkmayı hakediyoruz
maçı bir iş kazası gibi düşünmek gerek
Fenerbahçe zaferi taraftarıyla kutlamak istedi sadece
bunun için bilerek mağlup oldu(bu kadar kötü oyunun başka açıklaması olamaz)
aşk böyle birşey işte
illa sevdiğiyle taraftarıyla mabedde evinde kutlayacak hey yarabbim ya
hınzır şeyler ya

hiçbirşey kaybetmedik arkadaşlar
bu CSKAyı burada evire çevire yeneriz
Interin PSVye yatacağını da sanmam
para var işin ucunda yatmazlar
İbrahimoviç yoksa Crespo Samuel yoksa Materazzi oynar

CSKAda ise Rahimic ve DUDU yok
Love da oynamayabilir
farketmez gerçi
CSKA maça 22 kişi de çıksa Fener yener
çünkü neden biliyormsuunuz

YETER Kİ İSTEYELİM

Güzel günler göreceğiz çocuklar

27 Kasım 2007 Salı

Haydi çubuklular YETER Kİ İSTEYİN


her sene kupa(!) hedefiyle başlayıp ilk turlar sonunda havasına suyuna ,taşına toprağına,bin can feda bir tek dostuna yurdumuza geri döndüğümüz Şampiyonlar Liginde gruplardan çıkma yolunda ilk defa bu kadar ümitliyiz
Şampiyonlar Ligi'nin şampiyonlar grubunda
önce İtalyan Şampiyonu İnteri yendik daha sonra da Rus şampiyonu CSKA ile deplasmanda berabere kaldık arkasından Hollanda şampiyonu PSVye iki maçta tek pozisyon vermeyip orada 60 dakika Alexsiz 30 dakika Deividsiz oynamamıza rağmen 1 puan la döndük akabinde Mabedde buranın Kadıköy ve buradan çıkış olmadığını hatırlattık cemil cümleye
ve şimdi önümüzde neredeyse hiç bir engel yok hayallerimizi yakalamamıza
19.30de Moskovada başlayacak CSKA - PSV maçında evsahibi CSKAnın alacağı bir puan bizi şampiyonlar grubundan çıkaracak

bu olamazsa da gruptan çıkma şansımız yüksek
zaten kimse ona bakmıyor artık
tek akıllardaki soru lider kim olacak

zor maç ; ama kolaya çevirebirelmek oyuncularımızın elinde
Kuzey İtalyanın şımarık takımı ilk maçın intikamıyla dolu olacaktır
bu sefer ideal kadrolarına yakın oynayacaklar
Vieranın eksikliği tabi öenmli ama geniş kadrolarında her bölgenin iki üç yıldızı var
defanslarında Materazzi geri gelmiş
forvetlerinde Crespo ve İbra Kadabra oynayacak
ikisii de boş bırakılmayacak oyuncular
Gökhanın yokluğunda Önderin mutlaka zamanında kademe alması gerek
ofsayt çizgisine de dikkat etmesi gerek
bu adamlar araya kaçtı mı afları olmaz
Deniz de yok çok büyük bir eksiklik
onun savunmadaki yararını bu maç malesef görecek gibiyiz
inşallah yerini doldurabiliriz

bu maç takımımız kaybetme korkusu olmadan çıkacak
bu öenmli bir avantaj
heleki Moskovadan gelen haberlerle iki takım da gruptan çıkmayı garantilerse
iki takım da futbol oynamaya çıkacaktır
karşında futbol oynamak isteyen bir takım olunca takımımız daha iyi oynuyor

İnter takımı İtalya Liginin aksine Şampiyonlar Liginde bol pozisyona giren kalesinde de bol pozisyon veren bir takım görüntüsnde
mutlaka pozisyon buluruz
bulduğumuz yarım pozisyonu bile değerlendirmeliyiz

takımımız istediğinde neler yapabileceğini daha önce kanıtladı
bu maç bir kere daha tekrarlayacaktır
keyifli bir maç yaşayacağız
rahat bir galibiyet beklentisindeyim yine

haydi çubuklular
YETER Kİ İSTEYİN

MUHTAÇ OLDUĞUNUZ KUDRET ÜZERİNİZDEKİ ÇUBUKLU FORMADA MEVCUTTUR

26 Kasım 2007 Pazartesi

Fenerbahçe nedir?


İnsan

ya hayrandır sana, ya düşman.
Ya hiç yokmuşsun gibi unutulursun
ya bir dakika bile çıkmazsın akıldan...

.......................Fenerbahçeli Nazım Hikmet

Madalyonun hep iki yüzü vardır derler. Eğer madalyon için söylenmiş olmasaydı; bu atasözü Fenerbahçe'ye yakışırdı. Yakışırdı, çünkü hep ikiliklerin, çelişkilerin, çatışmaların takımıdır Fenerbahçe. Seveni öldüresiye sever (ölümüne değil; hangi takımda "Kill For you" -senin için öldürürüm- diye bir grup var ki!), nefret edeni kin kusar; en çok Fener'i yenmek zevk verir, en acı Fener "yener"; beş atar dört yer. İyi ya da kötü, hakkında en fazla tezahürat üretilen takımdır Fenerbahçe. Zaten "Fenerlilik" de bu zıtlıklardan türer. İyi Fenerbahçe-kötü Fenerbahçe, güçlü Fenerbahçe-zayıf Fenerbahçe, en büyük Fener- i..e Fener, yıldızlar takımı- acıların takımı, efsane-kestane...

Fenerbahçeli olunmaz, doğulur denir, doğrudur. Ancak doğuştan gelen özelliklerle Fenerli olunur. Sonradan sempati göstermek çok zordur. Çünkü bir kez dışarıda kaldıysanız, çemberin içine girmek güçleşir. Çemberin içi dışarıya, dışı da içeriye sevecen bakmaz. "Dış görünüşüyle" yargılanmak en çok Fener'in kaderidir. Kendi ülkesinde, dışarıdan bu kadar itici görünen bir Real Madrid, bir de Bayern München vardır. Oysa "içeriden" bakanlar, yani sevdalılar için her şey toz pembedir. Fener'den öteye hayat yoktur. Hatta başka bir takımı insan neden tutar, bu bile merak konusudur. Zaten içgüdüsel, gözü kapalı sevmek karasevdalılarla Fenerbahçelilere yakışır.

Fener'i sevmenin de sevmemenin de binbir zorluğu vardır. Çünkü Fenerbahçe eğlendirir: Ondan daha renkli bir takım yoktur, şaşaası, cümbüşü eksik olmaz, taraftarı sevinirken dozunu kaçıracak, zevkten bayılacak kadar abartır. Gole doymaz, 103 gol bile ancak tatmin eder, 4-0 biten ilk yarı Fenerli için en ideal maçtır. Ama Fenerbahçe ağlatır da: büyükler içinde en "ağır" yenilgileri o alır, en komik durumlara o düşer, en kötü yönetim ondan çıkar, tribünde en çok cefayı Fener seyircisi çeker; Pendik faciası ya da Aydın acısı yüreklerde hâlâ yaradır.

Ama Fener seyircisi affedicidir; en aciz durumlarda bile, GS galibiyeti her şeyi unutturur, ortalık toz pembe/duman olur. Bir maça bu kadar anlam yükleyen başka hiçbir taraftar yoktur . Bir önceki sezon Fener'e en ağır mağlubiyeti tattıran ayakların, bir sonraki sezon Fener forması giymesi adettendir (hatırlayınız: İlker, Oğuz, Aykut vs.). Ne de olsa affetmek erdemdir. Evet, ama kindarlık da yabana atılacak bir şey değildir... Şampiyonluğa mal olacak hata yapanı sokakta görse selam vermez (garibim Erol'un GS maçında yaptırdığı penaltı neler açtı başına hatırlayın), ligin ilk yarısında deplasmandaki maçta, kendisine sert giren rakibini Fenerli oyuncu unutur, taraftar unutmaz; acısını çıkarmak için bir sezon bekleyen bile vardır. Mazisini aklında tutan takımdır Fener. Ama unutkandır da. En çok da bu huyundan vazgeçmez. En başarısız sezon bile bir sonraki sezon için kriter olmaz. Her sene, her şeye yeniden başlanır. En azından böyle olması istenir. "Bu maçı unuttuk, önümüzdeki maçlara bakıyoruz" en çok Fenerlinin ağzına yakışır. Sinyor Can Bartu'yu da unutur, Şeytan Rıdvan'ı da. Gelen ağamdır ama gidene paşam denmez kolay kolay. "Mazi kalbimde yaradır" ama unutursam geçer. Ali Şen'in, takımı kümede zor tuttuğu dönemleri bile unutur, "Ali Şen Başkan Fener Şampiyon"dur.

Yine de vefalıdır. Bordeaux zaferinin yaratıcıları Hüseyin, Selçuk, Şenol'u kimse unutmaz, Aykut hep "kocaman"dır, Lefter'i anmayana hain gözüyle bakılır. Vefanın üvey kardeşi nankörlükse, nankörlük de Fener'e yakışır. On sene takımın tüm yükünü taşıyan Oğuz Sakaryalı grubunun başıdır, bir önceki maç beş gol atan adamın en fazla iki pozisyon kaçırma lüksü vardır; üçüncüde yuhalanır. Geçen senenin şampiyon kadrosu üç maç kötü sonuç alsın dağıtılır vs.

Türkiye birinci futbol ligi tarihinin (dikkat lig tarihinin!) en başarılı takımıdır Fenerbahçe (biliyorum birileri için tartışmalı bu; iki puana göre, üç puana göre ayrı tablolar çıkıyor ama Fenerlilere göre bu böyledir). en çok şampiyon olan takımdır, en çok galibiyet alan takımdır, ezeli rakiplerini en çok yenen takımdır, en çok gol atarak şampiyon olmuştur. Bir Fenerli için her şey, hatta tek önemli şey olan şampiyonluk için, rakipleri bazen yıllarca beklese de, Fenerbahçeli'nin gönlü beş seneden fazlayı kaldırmaz. Sarı lacivert zeminden baktığınızda hikâye böyle gözükür ama (dedik ya) madalyonun bir de öteki yüzü vardır. Son yirmi yılın en başarısız büyüğüdür Fener, Birinci Lig tarihinin en ağır yenilgilerini bu dönemde almıştır, şampiyon olmadığı neredeyse bütün senelerde taraftarını kahretmiştir, önce Karakartal sonra Cimbombom'lu altın yıllara gıptayla bakmıştır, sistemli başarıya hasret kalmıştır... Zaten Fenerbahçe ve sistem aynı cümlede ancak olumsuzluk ekiyle kullanılır. Birinci ligin 42-43 senelik tarihinde iki kez arka arkaya şampiyonluğa sadece iki kez ulaşmıştır. Fenerbahçe şampiyonluk sonrasında rehavetin dozunu kaçırır. Tek tabanca, nokta atışı varken makineli tüfeğe ne gerek vardır. Nadasa kalmış takımın ertesi seneki görüntüsü nasıl bu kadar içler acısıdır, anlaşılamaz; şaşkınlık en çok Fenerbahçe'ye yakışır.

Sarı Lacivert renkler en çok Fenerbahçe'ye gider. Evet Fener zıtlıkları sever, ama siyah beyazı yutar. Fenerbahçe'nin Lacivert'i asilliği, Sarı'sı rakiplerin gıpta ve kıskançlığını simgeler derler (en azından armadaki renklere verilen anlam bu). Ama Sarı'yla Lacivert'i karıştırırsanız yeşil çıkar ve yeşil Fenerbahçe için sadece ve sadece başarıyı simgeler (bakınız yine arma). Başarı dindir imandır, tevazu anlamsızdır, galibiyet tek yoldur, tersini söyleyenler (ne acı ki) hep azınlıkta kalır. "Tamam şampiyon olmayalım ama en iyi topu biz oynayalım" lafı bir Fenerlinin verebileceği tavizin sınırıdır. Şan, şöhret, para, pul varken tevazudan bahsetmek ayıptır.

Gündüz gibidir Fenerbahçe... Sevenlerin içini açar, iş yoğunluğu tadında sevgi ister, bazen gözünüzü kamaştırır... Fenerbahçeli takımını hep gündüz gözüyle görür. Sürekli sever, her güzelliği ona atfeder. Her şeyi iyiye yorar, ama bir yere kadar. Yüreğine gece karanlığı çökerse bir anda değişir, dönüşür. Öfkesi taşar, her şey burasına gelmiştir, yakar yıkar. Kendi kalecisini döver, kulübü basar, yönetimden hesap sorar, kısacası zıvanadan çıkar. Fenerlinin zıvanası yarı açıktır zaten. Çıkmaya biraz da bahane arar. Soğukkanlılığın anlamı yoktur, hatta değil sıcak olan, kaynamayan kandan şüphe edilir. Fenerbahçeli şüphelenmeye bayılır. Hakemler, rakip, federasyon hepsi onun arkasından bir dolap çevirir. Ama oyuna gelmez. Esas oğlan sonunda mutlaka, herkese ve her şeye rağmen kazanacaktır. Kazanamamışsa bir oyuna gelmiştir; bunun hesabı gelecek sezonda sorulur.

Düşünüyorum da, içki olsa viski olurdu Fenerbahçe: Sek içilen, çabuk çarpan, havalı, iki tekten fazlası zararlı.
Ânı kurtarmak uğruna geleceğe bakmayan, havalı transferi mantıklıya tercih eden, bünyesinin kaldıramayacağı şişkinliklerden yüzüstü kalan... Rakı olacak değil ya. Rakı sebat ister, usûl ister, meze ister. Oysa sebatkârlık ya da düzen pek uğramaz Papazın Çayırı'na. Her sene antrenör değiştirmesi bir yana tarihi boyunca başkanını bile zırt pırt değiştirir durur. Arka arkaya, Faruk Ilgaz (8) ve stadın isim babası Şükrü Saracoğlu (16) dışında, beş sene kulüp başkanı olarak kalabilen hiç kimsenin olmaması sadece bir rastlantı olmasa gerek.

Yemek olsa türlü olurdu Fenerbahçe; hatta "binbir türlü". Nijeryalı'dan Deniz'ler çıkarır, yedi düvelden adam oynatır, türlü türlü yönetici barındırır (gerçi cebi derin olma konusunda tek türü tercih eder), çeşit çeşit taraftarı vardır; hiçbiri öbürüne benzemez... Kadrosunda Türkiye sınırları içinde yetişen ancak birkaç oyuncu vardır, Kanarya'nın raconu budur. United Colors of Benetton olmak ayrı bir hazdır. Yönetici olmak da buna benzer. İşini gücünü bırakıp Fener yönetimine giren de vardır, bütün malvarlığını Lacivert Sarı forma altından su yürüterek kazanan da; bunu bir imaj kaygısına çeviren de vardır; bunu bir şeref olarak gören de. Ama en çok taraftarı renklidir Fener'in. Zaten kulüp "kimsenin malı" değildir, herkes gelir geçer ama taraftar kalır. Yönetim, takım sahtekâr kaynarken onlara da en büyük olmak yakışır. Kadıköy'de çıkış bulmak gerçekten zordur. (Son zamanlarda değişiyor ama) Fenerli yavrusunu severken boğmaya kalkar. Her mağlubiyette en çok gözyaşı Kadıköy'de dökülür. Demokles'in bir kılıcı varsa, o hep Fener seyircisinin elinde (bazen de başının üstünde) sallanır. Biçer, döver, uğruna ölür, öldürür... Ama ayakta kalan hep taraftar olur.

Ders olsa matematik, üniversite olsa İstanbul Üniversitesi, meslek olsa tüccar olurdu Fenerbahçe...
Sıradan rakamlardan en zor denklemler üreten ama iki kere ikinin her zaman dört etmediği, hesaba kitaba sığmayan bir matematik; derlenip toparlanamayacak kadar büyük, bir o kadar köklü, eski ve yeniyi bir arada barındıran bir üniversite ve malını iyi satan, göz boyamasını bilen, para harcamasını seven bir tüccar. En küçük sorunları bile günlerce tartışan, oyuncu yapısından uyumlu bir formül çıkartmayı kimsenin başaramadığı, bilinmeyen bir dolu şeyin havada uçuştuğu bir matematik... Tarihine sahip çıkan, ama bir efsane anlatıcısı olmanın dışında ondan hiçbir ders çıkarmayan, hatta sürekli sınıfta kalan, bir senesi bir senesine uymayan, elindeki değerleri bir bir yitirirken kibrinden ve azametinden hiçbir şey kaybetmeyen bir üniversite ve ne kadar okumuş da olsa, kafası hinliklere çalışan, pazarlık erbabı, ahbap-çavuş ilişkilerini gelire tahvil eden bir tüccar...

Kendisi dışında bir takım olsa Real Madrid, ülke olsa Brezilya, spiker olsa Ümit Aktan, hakem olsa taraflı olurdu Fenerbahçe. Real Madrid, ama biraz eksik bir Real Madrid olurdu. Bu kadar zenginlik içinde yüzerken dahi altyapıya Fenerbahçe'ye göre daha çok önem veren, Avrupa başarıları ile dünyanın en büyük üç takımından biri olan ve dört bir yanda taraftarı bulunan Real Madrid'le Fener'in ilişkisi biraz abi-kardeş ilişkisi gibi ama kim benzerlikleri yadsıyabilir ki? Devletle içli dışlı olmak, lig tarihinde başarıya doymamak, en çok gole tapmak, su gibi para harcamak... Olamasa da hep Brezilya olmak istedi Fener. Onun gibi fiyakalı, onun gibi gözü doymak bilmeyen, onun gibi çalımcı, onun gibi karanlık, onun gibi sarı (kıskandıran), onun gibi lacivert (asil). Takım yıldızı değil yıldız takımı olmak yani...Ama Ümit Aktan'lık kaderde var. Maç kadar, maçın dışına da bakan, yeri gelince uyduran, espri olsun diye azıtan, renkli ama huylandırıcı, bilen ama bilmişlik de yapan bir Fenerbahçe. Sahanın dışındaki olaylara bağımlılığı artık kabak tadı veren, hava olsun diye konuşan yöneticileri yüzünden komik durumlara düşen, her zaman en iyi olduğunu savunan bir Fener. Ve tabii ki taraflı. Fener'den hakem olmaz; bu bahsi geçelim, karşı tarafa düdük çalan her hakem i..edir. Aksini iddia eden de öyle. Fenerli gelemez öyle şeye.

Akraba olsa dayı, organ olsa ağız, deniz olsa Akdeniz, dağ olsa Ağrı olurdu Fenerbahçe... Hani ailenin haytası bir dayı vardır. İki de bir yeni projelerle zengin olacağından bahseder. Ayranı yoktur içmeye ama en şık kıyafetlerle gider kenefe. Vaatlerin, hayallerin insanıdır. En çok yeğenlerini sever, hiç evlenmez falan. Haytalıkta kim Fener'in eline su dökebilir ki? Hep yaramaz çocuğu oynar Fener, hakkını vermezlerse bağırır çağırır, her sene şampiyonluk düşleri görür. "Bu sene değil ama gelecek sene başarıyı hedefliyoruz" diyen bir teknik adama ya da başkana rastlanmamıştır. En büyük yıldızların transfer söylentileri dolaşır. Ve milyonlarca yeğeni (çocuğu yok ya) onun ağzından damlayan ballara bakakalır. Ama ne yazık ki dayı haytadır. Yalanlar çabuk çıkar, mum sönmek için yatsıyı beklemez. Yine de vaat edilecek bir dolu yeni şey vardır. Ağız torba değildir ki büzesin. Fenerbahçe de büzülmez zaten. Sürekli konuşur. "Bugüne kadar hakemler hakkında hiç konuşmadım ama" diye başlayan tiradlar en çok Fenerli yöneticilerin ağzından dökülür. Ağız dalaşında maharet yöneticiliğin birinci sınıf vasıflarındandır. Yoksa Çavuoğlu Ömer'e nasıl tahammül edilir ki? Olsun, yine de birilerinin ağzının payını vermek bazen bir gol kadar haz verir. Doğum gününde Fatih Terim'e "iyi ki doğdun" diye bağıranlar hangi Fenerlinin yağlarını eritmemiştir ki? Akdenizli pek yağ tutmaz zaten. Anlık öfkenin ve sevincin sel gibi aktığı bir memlekette en çok Akdenizli Fener tribününde yer alır. Ama bu Akdeniz Tsunami üreten cinstendir. İki de bir her şey su altında kalır. Sil baştan takım kurulur. Zirveden fiilen uzaklaşılsa da, yürekler hep zirve yapar. Ağrılı sızılı bir sevgiye de Ağrı Dağı yakışır. Çok adam yutmuştur Ağrı. Benim diyen dağcıları geri vermemiştir. Fener'in en bildik yanıdır öğütücülüğü. Her şeyi öğütür Fener. İyileri kötüleri, güzeli çirkini, sapla samanı. Geriye kalana bir lokma tat almak, yani arada bir şampiyon olmak düşer.

Düzen olsa demokrasi, politikacı olsa Demirel, ideoloji olsa kapitalizm olurdu Fenerbahçe... Evet Fenerbahçe'den demokrasi olur. Bu kadar şeffaf bir yönetim demokrasilerde bile zor olur. Bütün kamuoyu önünde en mahrem sorunlarını tartışmak her yiğidin harcı değildir. Her kafadan bir ses ancak bu kadar çok çıkar. Sürekli koalisyonlarla yönetilir, sürekli erken seçime gidilir, sürekli tepedeki değişir. Biraz Yunan Demokrasisi'ni andırır, çünkü en büyük kesim taraftarlara oy hakkı yoktur. Zaten bu demokrasi de biraz populist bir demokrasidir. O yüzden en çok Demirel olmak yakışır. Hep eleştirilmiştir ama en çok iktidara da o gelmiştir. Oyunun kurallarını iyi bilir, lafını sakınmaz, işle değil zekasıyla ayakta kalır. Üstelik hiç değişmemitir. Fener de değişmeyi sevmez. Hep aynı şekilde yönetmek en temel adaptır. Fenerbahçe taraftarı başkanlık koltuğunda hep Demirel'in türevlerini görmüştür. Ali Şen'e başbakan diye boşa bağırılmamıştır. Fener'e hep böyleleri yakıştırılmışsa bunun nedeni kapitalist düzenin sağlam çark tutmamasıdır. Sadece güçlülerin ayakta kalacağı bir yarışta Fenerli de güce tapar. Başarı için her yol mübahtır. Ama Türk usulü bir kapitalizmdir bu. Rasyonalite nedir tanımaz. Batmamak için işçi çıkartır ama hava atmaktan geri kalmaz, gerekirse düzen değiştirir ama hep randıman peşinde koşar.

Futbolcu olsa kaleci, sistem olsa 2-3-5 olur, antrenör olsa kovulurdu Fenerbahçe... Kaleci'nin yalnızlığı ve sınırda duran hali dillere destandır. Hiçbir zaman Fevzi gibi bir kaleci olmayacaktır Fener ama Rüştü'den yukarısını bir kez tatmıştır; o da deli çıkmıştır (Schumacher). Rüştü'nün yediği ve kaleciliğine yakışmayan ne kadar gol varsa Fenerbahçe'de kulüp olarak bu golleri yer. Şampiyonlar ligine kalır, sıfır çeker; kupada final oynar kaybeder (tabii ki penaltılarla), son haftadan önce şampiyon olmasına pek az rastlanır, kaleci gibi son çizginin takımıdır. Kalecilere en çok 2-3-5 denen, şimdilerde kimsenin uygulamadığı mazide kalmış bir sistemde iş düşer. Fenerbahçe'de herkes gol atmak ister. Takım kötü giderken hep forvet arayışına gidilir. Takımı takım yapan unsurlar defans ve orta saha hep ikinci plandadır. Mümkün olsa hâlâ dört beş forvetle oynamak ister Fenerbahçe ama hiçbir antrenör bu riski almaz. Zaten Fenerbahçe'den antrenör olmaz. Olsa da hemen kovulur...

Artist olsa Erol Taş, çizgi roman olsa Çelik Bilek, haber olsa asparagas olurdu Fenerbahçe... Fenerbahçe'ye kötü adam olmak yakışır. Kötüsü boldur. En sevilen eski futbolcusu bile yazar olunca kötü olur. Fenerbahçenin başarıları, herkese kötü gelir. Fenerbahçeli galip gelince Erol Taş gibi güler. Gülüşüne laf edene de epey ters çıkar. Bileğine güvenir, herkesle baş edeceğine, sülalesi gelse yerle bir edeceğine inanır. Zaten düşman da kırmızı (sarı) urbalıdır. Evet, attığı her adım, söylediği her söz haber olur ama yalan haber olur. Bir takımdan bu kadar haber çıkabileceğine bir tek İtalyanlar inanır. Fenerbahçe basının göz bebeğidir, ekmek kapısıdır. Fenerbahçe'de yaprak kımıldamasa neden kımıldamadığı haber olur, hatta bundan iki Siyaset Meydanı bir Bizim Stadyum çıkar. Fenerbahçe kulübü kapansa basındaki işsizler ordusu ortalığı Arjantin'e çevirir, ama Fener Brezilya'yı sever ve onları yüzüstü bırakmaz. Nasıl ki, asparagas, sırf yalan ve uydurma olduğundan hiçbir anlamı yoktur, Fener basını da Fener'e hiçbir katkıda bulunmaz. Zaten hepsi yav..k basındır. Fenerbahçe düşmanıdır.

Şair olsa Can Yücel, şarkıcı olsa Müslüm Baba, grup olsa dağılırdı Fenerbahçe...
Ağzı bozuktur Fenerlinin. En temiz görünen bile, "Avrupa fatihiymiş Galatasaray..." tezahüratını zevkle bitirir. Ama lafı gediğine koymayı da bilir. Can Baba gibi savruk bir yanı da vardır. Bir türlü toparlanamayacakmış gibi durur ama arada şiir gibi futbolu da esirgemez. Güzel oynamayı her şeye tercih eder. Bol çalımlı, şık bir gol en güzel şarkıdır Fenerliye. Ama Fener'in kulağı güzel tangolardan, sambalardan ziyade Müslüm Baba'ya aşinadır. "Acıların takımı"na acısız şarkı yakışmaz. Arada bir gülen yüzlere içten bir nağme okumak konusunda da Müslüm Baba'nın üzerine yoktur. "Yaşa Fenerbahçe" takımın marşıysa "Nereden sevdim o zalimi" şarkısı da gizli söylenen nutkudur. Yine de sever Fenerli. Umutsuz yaşanmıyor der. Mutluluğun resmini arar durur.

Öyle ya da böyle; peki nedir Fenerbahçe? Futbolda dolu dolu bir hayat vardır diyenlere sormak lazım bu soruyu. Bir takımdan öte bir şey olduğu kesin. Bir yaşam/varoluş biçimi mi? Böyle söylemek de biraz abartılı olur (bu raddede seven yok da değil hani!). Dünyanın en garip takımı mı? Bu da çok belirsiz. Yoksa her ikisi birden mi? Bir Fenerbahçe taraftarı olarak, benim yüreğim ortada bir yerde çarpıyor. Oysa, bıktırmak pahasına tekrarlayalım: Madalyonun iki yüzü vardır: Yazı mı, tura mı?



Bağış Erten

Dinamo Kiev: Kiev'in onurunu savunmak !!!!



12 haziran 1942'de( İkinci dünya savaşında) alman işgali altındaki kiev kentinde almanlarla kardeşçe bir oyun oynamaları için ikna edilen ve ilk yarıda 2-1 öne geçmeleri ardından aldıkları uyarıya aldırmayıp 4-1'lik bir skorla maçı bitiren, sonrasında da almanları kızdırdıkları için ikinci bir maça zorlanan Dinamo Kiev takımı 17 haziran'da daha sıkı bir alman takımıyla karşı karşıya kalmasına ve maçın skorunun hayatlarının geri kalanını belirleyeceğini bilmesine rağmen 6-0'lık bir galibiyetle maçı sonlandırır. beş gün sonra aynı sahada kurşuna dizilerek galibiyetin bedelini ödeyen bu takımın hikayesi victory adlı bir john huston filmine de ilham vemiştir. başrollerinde pele, sylvester stallone ve michael caine'nin olduğu film tam bir dynamo kiev hikayesi değildir ama evet ondan ilham almış, kurgu benzer bir konu üzerine kurulmuştur.
(konuyla ilgili "dynamo: defending the honour of kiev" adlı bir andy dougan kitabı da mevcut )

25 Kasım 2007 Pazar

Öğretmenim canım benim



şampiyonlar ligindeki yılların birikimi hayallerimizi gerçekleştirmek için kanat çırpan kanaryalarımız bu hayallerin gerçekleşmesine ramak kala Türkcell Süper Liginde Ankaraspor maçıyla ligin de tartışmasız en iyi takımı olduğunu gösterdi
Milli Takım arasının ardından İnter maçı öncesi yorgun aslarımızın birkaçının dinlendirilmesi gerekir diye düşünerek maçı izlemeye koyuldum
ama Zico yine kalıp kadroyu bozmadan maça başladı
sadece Lugano dinlendirilirken sakatlıkları bulunan Gökhan ve Denizin haricinde değişiklik yoktu
Kanarya maça Volkan,defansta Edu Lugano sağ bek Önder solbek Carlos tek önlibero Aurellio onun önünde Vederson Tümer Deivid forvette Semih ve arkasında Alex ile 4-1-4-1-1 gibimsi bir taktikle çıktı
Kadıköydeki maçlarda bari daha ofansif bir kadro olsun be canımın içi diyen Fenerlileri tatmin edecek bir kadroydu aslında
ilk yarı ve ikinci yarı şeklinde sanki iki tane Fener vardı sahada
İnter maçını düşünerek fazla yorulmayız diye düşünüyordum ama ilk yarı tempoluydu takımımız
maçın başında Deividin şık ara pasında çapraz koşu yapan "forvet" Semihin de sayesinde boş kalan "zor kapıları açmada muktedir çilingirimiz" Aleximiz De Souzamız kaleciyi de çalımlayıp boş kaleye topu göndererek rahat bir maç müjdesi veriyordu
Fenerbahçe bu sene gol atmak istedi mi atıp geliyor
bu maçta da ilk 25 dakikada kaleye attığımız 4 şutun 3ü kaleyi tutmuşken 2-0ı bulmuştuk bile
Aurellionun sağdan ortasına milli stoper Emre Aşık'ın biz gibi izlediği pozisyonda Semih forvette özlediğimiz gollerden bir kuple sundu
köşeye o kadar güzel vurdu ki kafasını biz,Emre, defans izlerken Ankara kalecisi Senecky ulan benim başım kel mi ben de izlemek istiyorum bu güzel golü deyip seyrediyordu topu
bundan sonra dururuz diye düşünüyordum ama takım tempolu oynamaya devam ediyordu
Zico bu maçta tıpkı 6 sene önce Mustafa Denizli'nin yaptığı gibi "ben hücum yaparsam karşı takıma hücum şansı vermem" savunma anlayışındaydı
nitekim de bu taktik "savunma yapayım" taktiğinden daha etkili bir savunma şeklindeydi
zira ilk yarı bu sonuçla bittikten sonra ikinci yarı kapanan takımımız kalesinde pozisyonlar görmeye başladı
tabi bunda benim tempoyu düşürmemiz lazım 3 gün sonra maçımız var lafıma atıfta bulunma isteği de yok değildi hani
o kadar çok söyledim ki "al işte düşürdük tempoyu mutlumusun" der gibilerdi
ama ben bunu kastetmemiştim ki diye ağladığım dakikalarda golü de yedik
milli takımın en fazla çalışan mehmetçiği olduğu için yorgun dönmesi muhtemel Aurellionun yanına Zico Selçuk'u koyuyor ama nafile
gözlerin Denizi aradığı dakikalarda dilimden düşmeyen laf "topu Alexin sihirbaz ayaklarına ulaştırmalıyız" idi
nitekim golden sonra "abi biz bu işi beceremiyoruz,kurtar bizi" diyerek Alexin öpülesi ayaklarına paslar gelmeye başladı ve o da takımı hücuma kaldırmaya.
bu maçta Alex kornerlere serbet vuruşlara da pek gitmedi
bunun da neden olduğunu 74te gördük sanki
Vedersonun öndireğe açtığı güzel ortasında Selçukun kaleciden dönen kafa topunu takip eden Alex bir kere daha taraftarlara "merak etmeyin rahat bir maç izleyeceksiniz" müjdesi veriyordu
bu golden iki dakika sonra "forvet" Semihin Vedersonun topuna hareketlenmesi kaleci Senecky'i ürkütmüştü
ama korkunun ecele faydası yoktu
Seneckynin uzaklaştırmaya çalıştığı topu Vederson boş kaleye gönderdi
Senecky bir kez daha müdahele etti
Semih önüne düşen topta sert vurdu direkten döndü
ve o an ne Seneckynin ne de kale direğinin yapabileceği hiçbirşeyi kalmamıştı
çünkü top Alex De Souzanın ayaklarındaydı artık
"Uyurgezer dahi" 3. golünü atarak geçen seneki krallığın kendisi için yeterli olmadığını bu sene de Kralex ünvanı istediğini belirtiyordu
maçın sonlarına doğru Alexin boş kaleye şandellediği topta Carlosun gol diyerek Alexe koştuğu fakat sonra elini başına götürüp güldüğü an maçın en hoş anıydı
maçı 4-2 alan takımımız İnter için bilenmeye koyuldu

uzun süredir forma şansı bulamayan Önder Gökhandan hayatta forma alamayacak gibi
vasattı
Ankaranın ikinci golünde kademeye girmeyip Mehmet Yılmaza kafayı vurdurması hanesine benim nazarımda eksi yazdırdı
Denizin ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu bu maç bir kere daha gördük
yerine oynayan Tümer etkisizdi
özellikle ikinci yarı
ancak olgun futbolu yine de farkedilebiyor ilerleyen zamanlarda çok yardımı dokunacaktır
kalede Volkan kendinden emin konsantrasyonu yüksek oynayınca maçın en iyi oyuncularından biri oldu
Deivid bu sene canavar gibi
her aldığı topta hücumu düşünmesine hayranım
Semih ; dedim ya "forvet" ve "golcü"
başka söze gerek yok sanırm
ve tabi Alex
Onun mücadelesi ve öfkesi, bir frikiğe yorduğu kafa ve vuruş inceliğinde, onun kazanma arzusu attığı çalımın nezaketinde, onun hırsı en umulmayan anda en uygun olan adama atılan pasta...

Fenerbahçe gibi, bekleneni değil, kendi doğrularını yapan bir adam..

Fenerbahçe gibi, tek rakibi kendisi...

"zor kapıları açmada muktedir çilingir" dedim onun için yazının başında
hakikaten öyle
maçın başında attığı gol Hikmet Karamanın dediği gibi Ankarasporun gardını erken düşürdü
ve maç 2-1 ken attığı gollerle olası bir puan kaybını fırtınasıyla dağıttı
maçın sonlarına doğru ise 2 hafta sonraki Galatasaray maçını düşünerek kart gördü ve haftaya Denizli maçında verilmesi muhtemel sarı kartın ve akabinde Galatasaray maçında oynayamayacak olmasının önüne set çekti
Alexin futbol dersi verdiği dün 24 Kasım Öğretmenler Günüydü
dersi derste dinlemek lazımdır
dinlemezseniz sınavda tökezlersiniz
sonra laflarınız Alexin futboluyla size döner

iyiki varsın Alex
Fenerbahçe senle bi başka güzel

23 Kasım 2007 Cuma

24 Kasım Öğretmneler Günü Kutlu olsun


Öğretmenler, Cumhuriyet sizden fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller ister

..........................................Gazi Mustafa Kemal Atatürk

o ulu önderin izinden giden tüm öğretmenlerimizin ellerinden öperim (yaşı önemli değil o el benden küçük olsa da öpülür)
tüm zorluklara rağmen Başöğretmeninin ilkelerini beyninde bir meşale gibi taşıyan nesiller yetiştirmeye çalışan öğretmenlerimizin %90'ı borçla yaşamakta
%24'ü ek iş yapmakta
ve yine Türk Eğitim Sen'in verdiği rakamlara göre %72si çocuğklarının öğretmen olmasını istemiyormuş

kafasında
akşam evime ne götüreceğim,çocuklarımın karnını nasıl doyuracağım,küçük oğlanın da ayakkabısı delinmiş,bu karda çamurda olmaz,yeni bi ayakabı şart, eve de odun kömür alınmalı bu kış sert geçecek, kızın arkadaşları arasında başı öne eğilmesin yeni bi elbise alayım, hanım pazara da çıkmadı buzdolabı bomboş,hilmiden borç istesem adama zaten borcum var bir daha verir mi
vs. gibi düşüncelerle nasıl yetiştirecekler bu nesilleri
bugünü zor atlatan biri geleceği nasıl düşünebilir

yine Türk Eğitim Sen'in araştırmasına bakalım
bir öğretmen maaşıyla 1930 yılında 281 kilogram dana eti alırken, bugün 68 kilogram almaktadır. Yine 1930 yılında öğretmenler 180 kilogram koyun eti alırken, 2005 yılında 64 kilogram; 1930 yılında 692 kilogram fasulye alırken, günümüzde 224 kilogram fasulye alabilmektedir. Bundan 75 yıl önce öğretmenler maaşıyla 1000 kilogram nohut alabilirken, bugün 284 kilogram; 1930 yılında öğretmenler 209 litre zeytinyağı alabilirken, 2005 yılında bu rakam 78 kilogram’a düşmüştür.


1930 yılında bir öğretmen 382 kilogram zeytin alabilirken, bugün 107 kilogram alabilmektedir. Bundan 75 yıl önce bir öğretmen maaşıyla 3600 kilogram kömür alabilirken, 2005 yılında 2177 kilogram; 1930 yılında 6000 kilogram odun alabilirken, 2005 yılında 3216 kilogram odun alabilmektedir.
Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılında bir okul müdürü 2500 kuruş yani 25 altın alırken, öğretmen maaşları da 1500-2000 kuruş yani 15 ila 20 altın arasında değişiyordu. (Kaynak: Cezmi Yurtsever, Adana’da Cumhuriyet Öncesi ve Cumhuriyet Dönemi Eğitim) Oysa yıllar geçtikçe öğretmen maaşları altın karşısında eridi. 1980 yılında bir öğretmen 1.5 altın, 1993 yılında 5.9 altın, 1998 yılında 7 altın, 2001 yılında 3.5 altın, 2002 yılında 4.5 altın, 2003 yılında 4.2 altın, 2004 yılında 4.3 altın, 2005 yılında da 4.9 altın kazanmaktadır.


Araştırmayla ilgili bir açıklama yapan Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı Şuayip ÖZCAN şöyle dedi: “ Cumhuriyetin kuruluş yıllarından bugüne yaşanan süreç ne yazık ki öğretmenlerin lehine işlememiştir. Atatürk döneminde hak ettikleri ücretlere sahip olan öğretmenler bugün ne yazık ki aynı şartlarda çalışamamaktadır. Öğretmen maaşları 1923 yılından bu yana Cumhuriyet altını karşısında 4 kat azalmıştır. Bu nedenle artık hükümetler eğitim politikalarını doğru belirlemeli, eğitim çalışanlarının mağduriyetini gidermelidir.”

Bugün grev günüdür dostlar, elele türkülerle coşalım

Cumhuriyet Tarihinin en büyük grevlerinden biri 26bin işçiyle devam ediyor
varsın internetim bir yıl olmasın
Telekom İşçisi kazansın yeter ki


erik çiçek açmış da bahçenin kıyısında
sen ona hiç bakmadan geçmişsen oracıktan
leylek dansa durmuş da bacanın tepesinde
o baharlım laklakını durup dinlememişsen
şakır şakır bir tren bir gece köprüsünden
islıkla dalmamışsan gurbet türkülerine
akasya mor akasya ak akasya sarı sarı sarkmış da bahar mavilerinden
yaşamak ne güzel şey diye ağlamamışsan
çocuklar birdirbir oynuyorlar da çöplük arsada
dikilip yanıbaşlarına göğüs geçirmemişsen
yanından geçip gitmiş de çilekçinin arabası
kaçtan veriyorsun hemşerim diye yutkunmamışsan
iskelenin tepesinden türkü döken gurbetçi gence
varolasın koçum benim diye el sallamamışsan
bahar dalı gömleğiyle utangaç bir uçurtma
bu ne şıklık delikanlım diye laf atmamışsan
ve çapkınca bakmamışsan
göğsü domur domur yeniyetmeye
sesi bambam
sesi ramazan topu
kendini herkül sanan delikanlıyı
yaştaşınmışcasına süzüp selamlamamışsan
öpmemişsen gözlerine bakıp duran bir gözleri şenlikliyi
yaşama itmemişsen iter gibi denize
girmemişsen koluna bir yıkılmışın
yalanla da olsa avutmamışsan umutsuzu
su diyene bir avuç su
bir yaralı parmağa işememişsen
kolay gelsin dememişsen taş kıranlara
günaydınsız bırakmışsan bahçe bezeyenleri
eğilip koklamamışsan çitten gülen çiçeği
bayram bayram donanmamışsan
sevinciyle dostlarının
acısını dostlarının
yüreğinde duymamışsan
kapı kapı dolaşmamışsan iş dilenerek
işsizliğe düşmemişsen hakkım dedikçe
ve bayraklı pankartlı yürüyüşlere
halaylı horonlu grev şenliklerine
katılmayı aşk gibi duymamışsan şuranda
ağrın ağrım
acın acım
dememişsen insan kardeşlerine
ve dilinin en görkemli
ve dilinin bando-davul sövgülerini
sıralayıp sallamamışsan deyyuslar saltanatına
hangi yaşta olursan ol
kardeşim
kaptırıp gönlünü sevda fırtınasına
evin yolunu şaşırmamışsan
sende iş yok be kardeşim
sen artık hapı yutmuşsun
borçlusun sen ağaçlara kuşlara
borçlusun sen trenlere otobüslere
yağan kara esen yele borçlusun
borçlusun sen herşeye
gözdeki ışıltıya
alındaki çizgiye
eldeki şaşkınlığa
borçlusun herşeye
kardeşim
yaşamın kendisine

Hasan Hüseyin Korkmazgil

18 Kasım 2007 Pazar

aferin çocuklar, kaldı 1 maç


imparator(!) Terim efendi hala hülyalarda
maç sonrası iyi oynadık namelerinde yine
galibiyeti kendine mal etme gayretinde
bu araç gazla çalışan bir araç
maç sonrası Emre Tilev verdi gazı zaten bu da başladı Robert De Niro mimikleriyle şöyle iyiydik böyle iyiydik demeye
balon gibiydi
gazla beraber hacmi büyümekte..lakin patlaması da o derece büyük olur

geleyim maça
kadroda birçok yeni isim
adama sormazlar mı bu kadar yeni ismin deneneceği maç bu maç mı olmalıydı
neden daha önceden kullanmazsın
bunun tek bir açıklaması var ..Terim efendi denize düştü o yüzden ne bulduysa sarıldı
kalede Volkan çok iyiydi
birçok kritik kurtarışı olmasa Terim efendi böyle şişemezdi
solda Hakan Balta defansta iyiydi
ancak hücumda hiç yoktu
bunun en büyük sebeplerinden biri de önündeki Ardanın maç boyunca hiçbir faydasının dokunmayışı
adam heralde Buseyi kapmış olmalı ki Terimn çıkartmıyor oyundan onu
tam atağa çıkacakken alıyor topu illa eziyor
ya 3 kişinin arasına giriyor ya çalım deniyor
perişan ediyor atakları
göbekte Servet yine berbattı bence ancak Emre Aşık beklediğimin aksine iyi oynadı
ancak yediğimiz gol yenilecek bir gol değildi
göbekte Aurellio bildiğimiz gibiydi
çok iyiydi yine kaldıki bu maç ekstradan bir de çizgiden top çıkardı
ve o an maç 2-0 olacaktı
damat Emre bugün ilk defa iyi oynadı
attığı gol de şahaneydi
Hamit ilk yarı biraz vardı ikinci yarı ise silndi gitti
dua etsin de arkasındaki çocuk mükemmeldi
forvette Nihat ve Semih fazla top alamadı
Semih etkisizdi Nihat ise daha iyiydi ve attığı gol de Nihat ismine yakışır bir goldü
Yusuf top tuttu vakit öldürme ve topu kalemizden uzak tutma konusnda yardımı büyüktü
kimi unuttum hahah unuturmuyum en sona bıraktım
maça başlayan kadroda en çok dikkat çeken son haftaların formda ismi altın çocuk Gökhan Gönülün yerine Beşiktaş'tan fazla şans bulamayan İbrahim Kaşın oynamasıydı
adam kendi takımında Serdar Kurtuluş ve Ali Tandoğanın yedeği
hadi illa bir Beşiktaşlı çağıracaksın oraya o zaman bu isim Serdar Kurtuluş olmalıydı en azından
İbrahimin sakatlanmasıyla oyuna giren Gökhan perişan etti Norveçin en güçlü yeri olan Riiseli Pedersenli sollarını
öyleki önündeki Hamitin varlığı yokluğu bile önemli değildi artık
helal be çocuk sana,avuçlarım patlayıncaya kadar alkışlıyorum seni

gelelim tekrar büyük hocaya (!)
birinci eleştirim bu kadar yeni ismin kullanılacağı maç bu mu olmalıydı
neden daha önce düşünemedin,hala gassarayın beşiktaşın ismi kendinden menkul isimlerini çağırmaya devam etmek niyeydi
iyi oynamışmışız ona göre
sol kanat hiç çalışamadı sağ kanatta Gökhan olmasa ne olurdu acaba
ya da şöyle sorayım İbrahim sakatlanmasaydı maçı çevirebilecek miydik
kaç kere Semih ve Nihat gibi iki ismi araya kaçırabildik
kaç kere deneyebildik
her topu şişirdik onlara nedendi bu?
uzaktan şutlar dışında kaç varyasyonumuz oldu
sağbek Gökhanın insan üstü bindirmeleri haricinde kanatları kulanabildik mi
rakip Norveçin tek silahı var
uzun toplar,taçlar,duran toplar vs. ile fizik üstünlüklerini avantaja dönüştürmek
ve sen bu takıma karşı kısa paslar yapman gerektiğini bilmezmisin
hala doldur boşalt denemek niye
amaç Semih ve Nihatı etkisiz kılmak mı
Arda ve Hamite 90 dakika nasıl sabredilir
ne yaptılar maç boyunca
neden Gökdeniz kulanılmaz

ya kusura bakmayın Terim bana göre büyük hoca falan değil
bu galibiyet iyi mücadelenin eseri ve bence tamamen futbolcuların
yüreklerine sağlık herbirinin

önümüzde Bosna maçı var
o maç daha zor olacak
haydi ay yıldızlılar Terime rağmen bir zafer daha..

14 Kasım 2007 Çarşamba

Benim cumhurbaşkanım olsaydı...


BEN böyle "devlet adamı" görmedim. Sen kalk git kaldığı otele, Kral’ın dibine otur.

Öbürü de öte yanında...

Kral ortada.

İki gündür bekliyorum:

9 uçak, iki bin bavul, üç yüz gardırop ve altın tahtı ile gelen (iyi ki petrol kuyularını getirmedi) Kral’ın oteline giden ve sağına-soluna oturan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı size "gurur" mu verdi, yoksa "hüzün" mü?

O zaman ben "Benim cumhurbaşkanım olamaz" dediğimde niye kızdınız?

*

"Benim cumhurbaşkanım" olsaydı; Anıtkabir’i ziyareti reddeden, bu ülkeyi kuran insana saygı göstermeyi kabul etmeyen bir Kral’a "Devlet Şeref madalyası" vermezdi.

Hem de 10 Kasım günü...

Mustafa Kemal; son yüzyılda, İslam áleminin Batı emperyalizmine karşı tek onurlu ve şanlı zaferini kazanmış komutandır.

Kral ise; Körfez savaşları boyunca, kendi topraklarını korumak için kutsal mekanların savunmasını dahi elinde bira kutusu olan Amerikalı askerlere bırakmış birisidir.

"Benim cumhurbaşkanım" olsaydı....

Kimin koltuğunda oturduğunu bilir, en şerefli savaşın kahramanına saygı göstermeyen, kutsal toprakları ABD deniz piyadelerine bekleten bir Kral’ın oteline koşmazdı.

Kral, görüşme salonuna Atatürk’ün resimlerinin asılmasını da kabul etmedi, kendi fotoğrafını astırmış, onun altına oturdular.

10 Kasım nedeniyle tüm bayraklar yarıya indirilirken, Suudi Arabistan bayrağının yarıya indirilmesini de reddetti Kral.

Ama bizim "devlet adamları" doğru otele.

Biri sağında, biri solunda.

Ortada Kral...

Tepelerinde de, kendisi yetmiyormuş gibi fotoğrafı.

Ben ise televizyonda şeriat bayrağının altındaki öpücükleri sayıyorum; işte sırayla ve hasretle yumuluyorlar... Sağ yanak bir, sol yanak iki, sağ yanak bir kez daha, etti üç...

*

Ne yapacaksınız?

Abdullah Gül "Benim Cumhurbaşkanım" olsaydı böyle yapmazdı.

Ben böyle "başbakan" ya da böyle "cumhurbaşkanı" istemem.

Benim de; en yüce değerlerimizi ayaklar altında paspas yapanları "reddetme" hakkım vardır.

Böyle yapmazdı "Benim Cumhurbaşkanım" olsaydı.


Bekir Coşkun

Yoğurtçu Parkı ; Bir aşk hikayesi

On beş sene olmuştu. Okul bitip İstanbul’dan ayrılalı. Okul yıllarında hiçbir maçını kaçırmadığı Fenerbahçe’nin son on beş senedir hiçbir maçını canlı olarak seyredememişti. Ne zaman ki özel televizyonlar maçları vermeye başlamış ancak o zaman televizyonda izleyebilmiş ve on beş sene boyunca bir kere olsun Fenerbahçe maçına gidememişti.. Tezahüratları veya tribün şovlarını hep televizyonda görmüş heyecanlanmış gurur duymuş. O okul yıllarında ki deli dolu günleri aklına gelmişti.

Yıllar sonra ilk defa bir fırsat doğmuştu. İstanbul’daydı ve ertesi gün Fenerbahçe’nin maçı vardı. Hem de ne maç…Türkiye Kupası Finaliydi ve Galatasaray’la oynuyorlardı. İçi içine sığmıyordu. Evet maç Olimpiyat Stadındaydı ama acaba 15 sene önceki yine gençler Fenerbahçe Stadının orada toplanıyor muydu? Hem stad vesilesi ile bir iki bira içerdi. Hem o günlerin hatıralarını tazelerdi.

İlk önce Kurbağalıdere’nin oradan geçti. Aklına o tuttuğu takımın büyüklüğünü anlatan söz geldi. “Kurbağalıdere’ ye Fenerbahçe’nin formasını assalar altına 15.000 kişi toplanır”. Gülümsedi sonra işte ilk taş yediği yer, ilk coplandığı yer 15 sene önce bütün yaşadıkları aklına geldi birer birer.

Gecenin içinde sıcak bir tezahürat çalındı kulağına. “Laciveeert ve Sarııııı Fenerbahçe bu alemin Kralıııı” . Yine oradaydılar evet 15 sene sonrası da hiç değişmemişti. Hemen sesin geldiği yere doğru yürüdü. Yoğurtçu Park’ında 10 -15 üniversiteli genç hem bira içiyorlar hem de tezahürat yapıyorlardı. Kiminin sarı tişörtünün önünde KFY, kiminin grup CK, kiminin fenerlist, kiminin arkasında armalı bir GFB yazısı vardı. Birahaneyi unuttu. Büfeden iki bira aldı. On beş sene önce toplandıkları köprünün arkasındaki duvara oturdu. Onların tezahüratlarını seyretmeye heyecanlarını hissetmeye devam etti. Gençler tezahürata bazen ara veriyorlar. Tartışıyorlardı.

- Lan biz manyağız be!…

- Niye Lan?

- Baksana Galatasaray’ lı bizim jenerasyondan olan yaşıtlarımız kaç şampiyonluk gördüler? Kaç kupa gördüler. UEFA kupasını bile gördüler. Ya biz? Ne gördük.

- Ya harbiden şimdi onlarda bizim gibi sabahlıyorlar mıdır?

- Yok be ya…Şimdi sıcacık yataklarında uyuyordur onlar.

- Bu bizim yaptığımızı nasıl tarif edersin Ağabey!

- Aşk Ağabeyciğim Aşk!...Fenerbahçe Aşkı!...
Kahkahalarla gülüştüler ve yine başladılar. “Avrupa Fatihiymiş Galatasaray”…

Tatlı bir tebessüm yerleşti dudaklarına gülümsedi. Artık iş yarına kalmıştı. 22 yıl sonra kazanılacak bir kupayla gelecek mutluluk…

Ertesi gün stada girerken sarı lacivert formalarıyla piknik yapan gençleri gördü. Yine sarı lacivert formalarıyla stadın çevresinde tezahürat yapanlar vardı…Neredeyse bütün taraftarın üstündeki formalar sıfırdı. Eskiden bu kadar çok formayla maça giden yoktu. Zaten stad önlerinde satılan formalar bir giyimlikti. Alırdın bir kere giydin mi ya rengi solardı ya da yırtılırdı atardın. Oysa şimdi neredeyse bütün taraftar formalarını Fenerium’ dan alıyordu. Gazetede okuduğu kadarıyla sadece 2004-2005 sezonunda 19.000.000 ürün satılmış ve 16 milyon dolar gelir elde edilmişti.

Fenerbahçe’ye ayrılan tribünde yerini aldığında gördü ki 15 yıl sonra da değişen hiçbir şey yoktu. Aynı heyecan ve aynı coşku vardı. Çoğu tezahüratı bilmiyordu. Eskiden olsaydı nay naycı der ayıplarlardı. Şimdi de bu gibilere kolpa diyorlar diye aklından geçirdi. Fenerbahçe tribünlerin müdavimi olmak bir Fenerbahçeli için ayrı bir onurdu. Şimdi kombine kart olayı o kadar gelişmişti ki neredeyse çıkan kombine kartların tamamı tükenmişti. Artık büyük maçlar öncesi stad önlerinde bilet kuyruklarında sabahlamak kalkmıştı

O yıllarda her maçtan önce akşamları ayrı bir beste yapılır. Maç başlamadan önce beste tribüne öğretilmeye çalışılır. Sonra maç başlayınca daha ilk yarı bitmeden taraftarın sesleri kısılır herkes mecburen maçı seyrederdi. Şimdi ise kimse tezahürat yapmıyordu. Herkes stad hopörlerlerinden gelen müziği dinliyordu.

Takımlar sahaya bakmak için çıkarken tribünlerde bir hareketlenme oldu sonra ısınmak için sahaya çıktıklarında… Tam on beş sene önce olduğu gibi başladılar tezahürata…İlk başlarda sadece nay nay yapıyordu. Eskiden gelen tribün alışkanlığının da faydasıyla kıtayı ezberler ezberlemez. Hemen tezahürata katılıyordu.

Maçta Fenerbahçe saldırıyordu. Marco vuruyor kaleciden dönüyordu. Nobre vuruyor direkten dönüyordu. Selçuk vuruyor kaleci kurtarıyordu. Bir kontratakta Galatasaray gol atıverdi. Moraller bozulmuyor Fenerbahçe saldırmaya devam ediyordu. Tuncay kafayı vurduğunda gol diye ayağı kalktı ki top kaleciye çarptı. Yanındakine “Top bugün bizi sevmiyor” dediği an da yine ani bir atakla Fenerbahçe golü yedi. Artık 2-0 dı. Yine de Fenerbahçe saldırıyordu. Alex’in kornerine Luciano’na kafayı öyle bir yere vuruyordu top kaleciyi geçiyor ama bu sefer defans oyuncusu topu çizgiden çıkarıyordu. Böyle bir şans olmaz derken yine bir kontratakta Rüştü’den dönen top Deniz’e çarpıyor gol oluyordu. Güya Fenerbahçe 3-0 mağluptu ama sahada Galatasaray var mıydı? Yok muydu? Belli değildi. Marco vuruyor Tuncay kafasını uzatıyor top yine kalecinin parmaklarına çarpıyordu. Dönen topu bu sefer Alex ortalıyor ve nihayet Luciano kaleye girmek istemeyen topu artık ağlara gönderiyordu. İlk yarı biterken Tuncay bir kafa daha vuruyor o da girmiyordu. İlk yarı 3-1 bitmişti.

Fenerbahçe tribünlerinde bir karamsarlık yoktu. Çünkü sahada bir tek takım vardı Fenerbahçe. Ve o Fenerbahçe geçmişte böyle çok maçı kazanmasını bilmişti. İkinci yarı başladığında Fenerbahçe taraftarı hiç susmadan devam ediyordu. Takımda taraftara uymuş saldırdıkça saldırıyordu. Olmuyordu ya kaleciye çarpıyor, ya da top kendisinin vurulduğu yere değil de fizik kurallarına aykırı yerlere gidiyordu. Onlarca pozisyon kaçıyordu. Artık Galatasaray kupayı alabilmek için vakit geçirmeye çalışıyordu. Galatasaray tribünleri ise 3-1 olmasına rağmen maçın her an değişebileceği tedirginliği içerisindeydi. İşte tam bu sırada yine bir kontratakla 4 ncü gol geliyordu. Galatasaray seyircisi maçın bitimine 20 dakika kala gelen bu golle birlikte ilk defa taraftar gibi tezahürata başlıyordu.

Fenerbahçe tribünlerinde artık maç gitti diye bir umutsuzluk ve kupayı kaybetmenin verdiği hüzün rüzgarları esiyordu. Herkeste bir suskunluk dalgası oldu. Onun durumu daha da kötüydü. On beş sene olmuştu Fenerbahçe’sini seyretmeyeli ve Galatasaray gibi bir takıma bunca senedir görmediği bir şekilde yeniliyordu. Bir an içi daraldı. Burkuldu. Çöktü olduğu yere…Boğazına bir yumruk yerleşti yutkunamadı. Boş gözlerle sağına soluna bakındı. Utandı ağlayamadı.

Sonra biraz ilerde, o dün gece Yoğurtçu Parkında ki gençleri gördü. Bir ikisi üzüntüyle elleriyle yüzlerini kapamışlar. Bir ikisi ise acı dolu ifadelerle gözleri dolu dolu onun gibi boş boş bakıyorlardı. İşte tam o sırada “Aşk bu ağabeyciğim Aşk!... Fenerbahçe Aşkı” diyen genç sağ kolunu kaldırdı ve haykırmaya başladı.

“Fenerbahçeeee Sen Çok Yaşaaaaa, Canım Fedaaaaa Olsun Sanaaaaa…”

Diğerleri de ona katılmaya başladılar. O ateş bir an da dalga dalga yayıldı tribüne… O gencin yüreği kıvılcım olmuş ormanı yakıyordu, yanan orman da onu… Galatasaray seyircisi şaşkınlıkla Fenerbahçe tribünlerini seyrediyordu. Anlamamışlardı. Gerçi onlar bir Fenerbahçelinin Fenerbahçe’yi sevmesinin ne demek olduğunu yüzyıldır anlamamışlardı. Bir yüzyıl daha geçse yine anlamayacaklardı.

Kupaları, meşhurları, rekorları, seyircileri, hikayeleri, medyaları evet her şeyleri olabilirdi ama bir Fenerbahçelinin Fenerbahçe’yi seven o taraftar yüreği yoksa aslında hiçbir şeyleri yoktu.



Ali KUTAY

3 Kasım 2007 Cumartesi

haydi çubuklular yeter ki isteyin


Türk futbolunda derbilerin yeri bir ayrıdır
hakikaten de Türkiyede o an hayat durur
maç öncesi maç için tahminler analizler yapılır
herkes hoca kesilir herkes birşeyler söyler
günler bu şekilde geçer
yarınki maç ne olur
akşama maç var
vs. geyikleri maça kadar devam eder
maç sonrası ise yenenler yenilenlerle kafa bulurlar
hakarete varmadan dalgasını geçerler
yenilenler kabahati hakeme veya hocaya yükler
yenenler ise biz demiştik aaabi modundadır

Fenerbahçe sezona 100. yılda şampiyon olan kadrosunu Tuncay ve Ümit dışında bozmadan girmişti
genç oyuncuların yanında Roberto Carlos gibi bir tecrübe abidesini de transfer etmişti
Beşiktaş ise hoca değişikliğine giderek kulübün öz evlatlarından sayılan ertuğrul Sağlam'a teknik direktörlüğü verdi
yapılan transferler şu ana kadar bekleneni verebilmiş değil-Tello hariç-
genç oyuncularıya sonuca varıyorlardı
ve tabi Bobo ve Delgado faktörü ile
bana göre Delgado Ricardinhodan daha faydalı ve iyi bir oyuncu
Ertuğrul hoca ikisini aynı anda sahaya sürmek gibi bir delalete düşerse sonuç hüsran olur kendi adına
bana kalırsa denemeyecek
sağ kanatta Serdarlar çok iyiler
solda Tello iyi ama İbrahim Üzülmezin hala ne işe yaradığını göremedim yılardır
bu maç da görmem inşallah
ortada Koray ve Cisse bekliyorum
defansları evlere şenlik
bir de milli oyuncular
Serdar son maçlarda hep ilk yarı Ali Tandoğanla değişiyor bunu çözemedim
çok iyi bir oyuncu
gelecek vaad ediyor

gelelim Fenerbahçeye
Fenerbahçe son 6 maçtır çok iyi oynuyor diye yazmaktayım
İnter maçından itibaren oynanan oyunla Türkiyede önünde kimse duramaz
bunu da engellemenin yolu
çok katı defans
yaratıcı oyuncuları sert faullerle yıldırmak
ve buna izin veren bir hakem triosu bulmak
ligin penaltı kullanmayan tek takımının Fenerbahçe olması bir tesadüf mü acaba

maça Volkan Gökhan Önder Edu Lugano Carlos Deivid Aurellio Deniz vederson Alex Semih
ile başlayacak Fenerbahçe
Semih top tutabilen bir oyuncu bu sistemde iş yapar
ama Kezman da Beşiktaş maçlarının adamıdır
neyse
Fenerbahçe temposunu artırmadığı için sıkıntı oluyordu
ancak tempo regülatörü Carlos burada da tecrübesini konuşturuyor
istediği gibi temposunu düzenleyebiliyor takımın
Vedersonla uyumu da çok iyi
sağda Gökhan çok iyi
ortada Denizin iyileşmesi çok iyi oldu
Delgadoyu durdurma görevi de ona düşecek
ve tabi Alex
bu adamı durduramzsa Beşiktaş,çekeceği var

maçı İsmet Arzumanın yönetmesi skandala gebe bir durum
inşallah korkulan olmaz ve düzgün bir maç yönetir
basının beşiktaş tarfatraını abarttığı bir gerçek
mikrofonların yanındaki kapalılarında çıkan ses normal
bizm maçlarda da sesin kısıldığı da bilinmekte
geçen haftaki Liverpool maçında kendi sahasında esip gürledi taraftar
ama taraftarlıkta deplasman çok önemlidir
bu konuda abartmıyorum dünyadaki en iyi takım Fenerbahçe
100 kişi de olsalar seslerini duyuruyorlar
şimdi de Beşiktaş taraftarını bekliyorlar ve gelin desibelinizi ölçelim diyorlar
Fener tribünleri eski maraton ruhunu getirmek telaşında bu sene
bu uğurda elinden geleni yapıyorlar
bu takımımız için iyiye işaret

neyse efendim uzatmayayım
ben rahat bir Fenerbahçe galibiyeti bekliyorum
gol yemeyiz diye düşünmekteyim
1-0 ya da 2-0 alırız

haydi çubuklular
yeter ki isteyin

2 Kasım 2007 Cuma

Allah seni Fener'in başından eksik etmesin


eleştirelecek yönleri elbette vardır
ama kabul etmeliyiz ki
onun Fenerbahçenin başındayken yaptıklarını göreve geldiği 9 sene önce hayal bile edemezdik
fazla konuşmaya uzun uzun anlatmaya gerek yok
anlamak isteyenler zaten anlarlardı
boş kafaya ne söylesek boş olur
başkanımız Aziz Yıldırım'ın doğum günü kutlu olsun
nice yıllara Aziz Başkan Allah seni Fenerin başından eksik etmesin

SEVİYORDUM SİZİ

Seviyordum sizi ve bu aşk belki
İçimde sönmedi bütünüyle.
Fakat üzmesin sizi artık bu sevgi
İstemem üzülmenizi hiçbir şeyle.

Sessizce, umutsuzca seviyordum sizi.
Bazen çekingenlik, bazen kıskançlıkla üzgün.
Bu öyle içten, öyle candan bir sevgiydi ki
Dilerim bir başkasınca da böyle sevilin.

1 Kasım 2007 Perşembe

efsaneler yine buluşuyor


efendim bana göre yaşayan en büyük oyuncu olan Al Pacino ile oyunculuğun kitabını yazan bir başka isim Robert de Nironun resmini sinema ekranına koyun o bile başyapıttır
ikili daha önce The Godfather: Part 2 -Baba 2'de birlikte oynamışlar lakin ortak sahneleri yoktu
daha sonra 1995 yapımı Heat - Büyük Hesaplaşma'da biri polis diğeri suçlu idi
ammaa bu sefer ikisi de iyi tarafta
seri cinayetler işleyen bir katilin peşindeki iki dedektifi canlandırdıkları -ki birlikte 2 dedektifi canlandırdılar,yani bireysel olarak 2'şer dedektif yani toplam 4 değil,2 tane-
her neyse
iki dedektifi canlandırıyorlar
Pacino ; Dedektif David Fisk
De Niro ; DedektifThomas Cowan rolünde
bunun yanında Mark Wahlberg ve Carla Gugino diğer önemli isimler
Martin Scorsese ve 50 cent filmde yer alan diğer ün sahibi kişiler
Jon Avnet'in yönettiği filmin çekimleri Ağustosta başlamış seneye de bitireceklermiş
mayıs muhtemelen

beklemekteyiz


bakın işte 2 tane
yaa ben demiştim

Morales'in Morali ve Romanın Lazio zaferi


Bolivya Başkanı Evo Morales 30 Ekim 2007 Salı günü Roma takımını ziyaretteydi
anti faşist Morales'in moraliyle Roma faşist Lazionun karşısına çıktı
sonuç kaçınılmazdı zaten

12'de Rochi ile öne geçen Lazio bunu koruyamayacaktı öyle de oldu
Roma ; önce 19'da Vucinic
sonra 41de Mancini ve 56da da Perrottanın golleriyle rahat bir galibiyet aldı
Lazioda Ledesmanın frikik golü de şahaneydi bu arada
ya bu herif hani oynamayacaktı
neyse
efendim maçta rahat bi galibiyetin yanında fark da bekliyordum
lakin Spaletti nedense kafi gördü bunu
olsun bakalım buna da şükür
bir derbi maçı
3 puan
ve scudetto için kararlı adımlar atmaya devam eden bir Roma
daha ne olsun
maçın bana göre Roma adına en iyileri Vucinic ve Pizzarroydu
bu arada
Vucinic (veya Mancini tam hatırlayamadım) oyundan çıkarken şampiyonlar ligindeki Sporting maçı için dinlendireleceğini vs. söyleyen spikere bi şey hatırlatmak isterim
anam maç haftaya çarşamba be
daha empoli var hafta sonu
bi hafta önceden adam mı dinlendirilir